Görünür bir yaşamın temelinde iki duygu vardır. Utanç ve ispat. Utanç duygusunu ayakta tutan şey tanıklardır. İnsan, yalnız ve öteki (insanlar) ile bağ kurmadığı sürece utanç kavramı geliştiremez.
Bir şeyin olduğunun ya da olmadığının ölçüsü insandır. Kimse bilmiyorsa o şey hiç var olmamış demektir. İzole edilmiş bir yaşamın varlığını ve üstünlüğünü ispatlamak gibi bir düşü olmadığından görünmek hem göstermek gibi kaygıları olmaz. Korku demiyorum, kaygı diyorum. Çünkü korkularımızın nesneleri olması zorundadır. O halde ihtiyaçlarını giderebildiği sürece insanın yaşamını etkileyen en büyük etken yine insandır.
Şüphesiz ki insan kitleler halinde yaşayan bir canlıdır. Olumlu ya da olumsuz olmasına bakmaksızın iletişimin her türden olanına açık olarak belleğindeki çoğalma iç güdüsünü besler.
Kendi nevrozunda biriktirdiklerini dışa vurum esnasında, kişi beğenilme ve karşılık görmek ister. Bunu yapmasının yegâne temeli olan varlığını ispatlama ve bu ispatın üstünlüğünü gösterme yoluna gider.
Beyin beklentilerinin aykırı bir sonuçla karşılık bulması ile zaman ve mekânda farklılığı seçer. İşte bu noktada. Birbirini etkileyen secimler ardı ardına oluşur. Diderot etkisi kendini gösterir.
‘Diderot, büyük borç altına girmiş ve paraya ihtiyacı en üst düzeye çıkmışken 1765 yılında Rus İmparatoriçesi Büyük Catherine, sanat ve bilimin koruyucusu olarak, Diderot’nun kütüphanesini satın aldı ve hemen sonra o kütüphaneyi yine Diderot’ya bıraktı. Böylece Diderot’nun eline önemli bir miktar para geçmiş oldu. Catherine bununla da yetinmeyip 25 yıllık maaşını peşin vererek Diderot’yu kütüphanecisi olarak işe başlattı. Diderot, eline geçen bu büyük parayla öteden beri almayı düşünüp de alamadığı kırmızı pahalı bir sabahlık aldı. Sabahlık o kadar görkemliydi ki Diderot evdeki eşyaların ona uymadığını fark etti ve başladı eşyalarını sabahlığına uygun olacak yenileriyle değiştirmeye. Her değiştirmede diğerleriyle uygunsuzluk daha da arttı ve ötekileri de yenilemeye başladı. Sonunda kendisini, evdeki bütün eşyaları yenileriyle değiştirmiş ve yeniden borçlu duruma düşmüş olarak buldu.’
Bir evin avlusu içeri bakar (duygular) ama balkon her zaman sokağı gözler (ego)
İhtiyaçlar öncelikli olmaktan çıkar. Arzular ve beklentiler kişinin iç dünyasından insanların geçtiği balkona çıkar. Avludan balkona çıkış olarak adlandırdığımız bu durumun neticesinde kişi izolasyonunu saydam bir vitrin içinde sergileme ihtiyacı duyar. Merak duygusu cazibenin ihtişamıyla süslenirken kişi toplumun aynası olarak şekillenmeye başlar. Eksik kusurlu görünüşünde bitmek bilmeyen bir değişim ve dönüşüm başlatır.
Çevremizde neye bakarsak onu oluştururuz. Etkilenme yoluyla üretken bir beyni üretilen insana çevirmenin en kolay yolu da budur. Yeni düşünce yerine tekrarlanan düşünce içinde kalıbı olan insan oluşturmak. Masum ve mağdur sorumluluk içerisinde tepe noktasını gördüğü sosyal düzen içinde sorumsuzluk ve anlık tepki ile kısa süreli rahatlama etkisi belleğimizde kısa süreli dalgalanma yaratsa da bilinci arzularıyla köreltilmiş insanda kahramanlaşma etkisi yaratmaz. Bu üretken insandan ürün bazlı insan formatına geçişte arzularının tutsağı olan beyin ilk işlevlerinden bir olan Anormal(farklı) olma özelliğini kaybeder. Bir insanın düşüncelerini engelleyemezsiniz ama bir makinayı istediğiniz gibi çalışmıyorsa bir tuşla kapatabilirsiniz. Bir tuş ile kapatılıp açılmayı göze alabilir misiniz!!!