Tartışma kabiliyeti birkaç yüz kelime ve malum konularla sınırlı zevatın! Eveleyip, geveleyip sorunun etrafını profesyonelce dolanmasını, ama asla yakıcı öze dönmemesini, toplum olarak ibretle izliyoruz.
Oysa siyaset halkın sorunlarını çözmek, birliği, dirliği, ülkenin gönencini sağlamak, adaleti, huzuru korumak niyetiyle yola çıkanların yaptığı iş olsa idi sonuç böylemi olurdu? Yaşadığı topraklara her geçen gün yabancılaşan çifte maaşlı ve pasaportlular değil de ülke sevdalısı, insana, emeğe ve emekçiye hak verenler yönetseydi memleketi; emeklisini, dar gelirlisini, gencini düşünür ona göre kelam ederdi.
Ya da hiç konuşmazdı, şart değil!..
Ama olur mu?.. Kaybettiği kitle desteğini yeniden kazanmak, iç-dış düşmanlar yaratarak mağduriyet devşirmek, iktidar alanını tahkim etmek için ahlak ve onur kavramlarıyla oynamak, bunu da her zamanki gibi din-iman-bayrak üzerinden yapmak ama asla inanmamak muhafazakar siyasetin alışageldiğimiz bir taktiği. Asıl üzücü olan, özgürlükçü olduğunu iddia eden siyasi ideolojilerin de aynı hassas konular üzerinden mevzi kazanmak ve karşı argüman üretmek için kullanmaları, ama ülkeyi kuşatan yokluğu, yoksunluğu, hele hele umutsuzluğu göz ardı etmeleri hayal kırıklığı yaratıyor.
Artık bir yıl öncesini, geçen haftayı, dünü inkar eden yapay bir gerçeklikle yaşanıyor zaman. Bugünün tartışmaları ve o tartışmalarda kullanılan malzemeler öyle bir seçiliyor ki devri iktidarlarına gölgenin zerresi dahi düşmüyor. Nasıl düşsün ki? Unutkanlıkla malul bir toplumsal hafıza yaşananlardan ders çıkaracak, hesap soracak güçte hiç olamadı ki.
Tutulmayan sözler, sorumlusu olmayan en büyük felaketler, duvarlarında “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı milletin meclisinin, ceylan derili koltuklarına kurum kurum kurulan 600 vekilin bilgisi dahilinde kolaylıkla unutulup, savuşturuldu hep!
Köhnemiş, çağ dışı kalmış, yeniliğe değişime direnerek güç ve çıkar peşinde koşanlar, adına siyaset diyerek kurguladıkları yaşamı dayatmaktan bir an olsun geri kalmıyorlar. Kendileri için griyse dünya, zifiri karanlıksa hayat, gelecek kuşaklar için de aynı olsun istiyorlar. Başka renklere, farklı pencerelere, öteki seslere ve tercihlere nefes dahi aldırmıyorlar! Ve böylece sömürü düzeninin ideolojik aygıtları marifetiyle insanın özü ile biçimi arasındaki köprüyü yerle yeksan ediyorlar!
Sakın kimse meclis aritmetiğine gerekçelenip, koltuk sayısının yetersizliği vb. bahanelerin ardına sığınıp işlevsizliğini örtmeye çalışmasın. Halkın kabusuna dönüşen enflasyon belasının asla uğramadığı yaşamlarında, piyasadan bir nebze olsun etkilenmeye görsünler, tüm çelişkilerinden ve görece kavgalarından anında arınıp “oy birliği ve düşünsel huşu içinde” ayrımsız düzenlemeye gidildiğine ibretle tanıklık ediyoruz. Bu bağlamda son düzenlemelerin ardından 170 bin liraya yükseltilen milletvekili maaşları nedeniyle Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında milletvekillerine en fazla maaş veren ülke konumuna yükseltildi.
Daha bitmedi, dolgun maaşın yanı sıra, iki yıllık çalışma sonrası emeklilik imkanı, hem emeklilik hem emekli maaşı almaları, makam tazminatı, özel hizmet tazminatı, yılda altı aylık ikramiye, fazla çalışma ücreti, ödenekler, yolluklar, abartılı sosyal olanaklar, kendilerinin ve ailelerinin sınırsız bedava sağlık hizmeti almaları, üç adet danışman tahsisi ve diğer özlük hakları… Haliyle bu “yağma Hasanın Böreği” misali savurganlık, “açlıkla sınanan” yurttaş nezdinde kafa karışıklığının yanı sıra tepkilere neden olmaktadır.
Bu arada, onurlu duruş sergileyip halkının yanında yer alan vekilleri de görmemek olmaz. Gelecek her türlü tepkiyi göğüsleyip, emeklilerin açlık sınırının çok altında kalan maaşlarına isyan eden Gaziantep Milletvekili Mustafa Gülban TBMM’ ye verdiği önergeyle Türkiye’de bir ilke imza attı; “Bizler halkın iradesiyle buradayız. Temsil makamıyız, sorumluluk bilinciyle hareket etmeliyiz… Vatandaşlarımız arasında da tepkilere neden olan milletvekili maaşlarına kayıtsız kalamayız… Halk bu kadar sıkıntı çekerken, halk bu kadar zorda iken gerek emekli milletvekilleri gerekse görevdeki milletvekilleri zam almamalı, hatta maaşları düşürülmeli ya da kaldırılmalıdır .” diyerek en azından “yağmasa da gürleyerek” yüreğimize su serpmiş oldu.
Sayılarının artması dileklerimle… Sevgiyle, dostlukla.