“Düşünüyorum Öyleyse Varım” mottosuyla aydınlanmaya giden yolda, modernizmin kapılarını aralayan Fransız düşünür Descartes, tabuları yıkan bu cümlesiyle aslında “özne” yi keşfetmiştir.
Bu keşif, aynı zamanda insan için gerçeğin ve onun zihindeki iz düşümü olan hakikatin keşfidir. Kendi varlığını kendi zihninin varlığına dayandıran Descartes’le birlikte gerçekliğin de temeli değişmiş, o ana kadar ilahi güçler üzerine inşa edilmiş olan gerçeklik, (düşünüyorum) sayesinde artık özne olan (insan) temeli üzerine inşa edilmeye başlamıştır.
Descartes’in araladığı modernizm kapısını daha sonra ardına kadar açan kişi ise aydınlanmacı felsefesiyle Immanuel Kant oldu. O da insanın ‘özne’ liğini daha da güçlendiren bir düşünce ortaya attı. Dönemin Berlin’inde yayınlanan bir derginin Kant dahil birçok düşünüre yanıtlanmak üzere yönelttiği soruya, Kant “Aydınlanma Nedir Sorusuna Bir Yanıt” adlı aşağıdaki ünlü makalesiyle cevap verir;
“Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür, bunun nedeni de aklın kendisine değil, fakat aklını başkasının yardım ve kılavuzluğu olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aranmalıdır.”
Ardından sözlerine Horatius’dan alıntıladığı Latince şiirle devam eden Kant, “Sapere Aude!” der ve bu sözü Aydınlanmanın parolası ilan eder. Tam çevirisi “bilmeye cesaret et!” olan bu deyişi “kendi aklını kullanmaya cesaret et” diye kendi düşün dünyasına göre uyarlar.
Kant bu kısa yazısında aydınlanmanın iki boyutuna odaklanır. Aydınlanma bir yanıyla bireyseldir. Her birey kendi adına düşünme konusunda kararlılık göstermelidir. Diğer yanıyla ise aydınlanma kültürel ve politiktir. Politiktir çünkü başkalarının denetim ve yönetimini lütfen ve onların iyiliği için ele aldığını öne süren yöneticiler, kendi adına düşünebilen insanları bir tehdit olarak değerlendirirler. Bunun bir sonucu olarak kültürü, bağımsızlığı engelleyen bir yapıya dönüştürüp; Toplumun büyük bir kesiminin ergin olmaya doğru atılacak adımları tehlikeli ve zararlı bulmalarını sağlayan unsurları toplumsal yaşamın olağan bir parçası haline getirirler.
Nadir de olsa bazı insanlar koşullar ne olursa olsun yaşamlarına kendi akıllarını kullanarak yön verme iradesini gösterirler. Yine de bu toplumun aydınlanması için takip edilecek bir yöntem sunmaz. İnsanın kendi aklını kullanarak yaşaması özgür ve özerk bir bireye dönüşmesi zahmetli, zorlayıcı hatta tehlikelidir. Bu nedenle Kant için tek bir çözüm vardır; Aklın kamusal kullanımı. Bireylerin tek tek aydınlanmalarını beklemek bizi herhangi bir sonuca ulaştırmayacaktır; fakat aklın kamusal kullanımı toplumun aydınlanmasını kolaylaştıracaktır.
“Aydınlanma için özgürlükten başka bir şey gerekmez ve bunun için gerekli olan özgürlük de özgürlüklerin en zararsız olanıdır; Aklı her yönüyle ve her bakımdan yüksünmeden kitlenin önünde apaçık olarak kullanma özgürlüğü.”
Aklın toplumun her kesimine hitap edecek şekilde aydınlanmış bireyler tarafından özgürce kullanılması toplumun aydınlanmasının ön koşuludur. Kant bu noktada başka bir şeye dikkat çeker; Aydınlanma kısa sürede gerçekleşmez. Aydınlanmış bireylerin çabalarıyla başlar ve toplumdaki diğer bireylerin de dahil edildiği uzun ve kesintisiz bir süreci gerektirir.
Bu da her türden baskıya karşın, insanların özgür bir biçimde düşünmelerinin önündeki engellerin kaldırılması adına verilecek mücadeleyle olanaklıdır.
Şayet, konumumuz, korkularımız, ya da çıkarsamalar nedeniyle eylemsiz kalıp, özgür bilinçle sorumluluk alamıyorsak bu koşulların kölesiyiz demektir.
Sevgiyle, dostlukla.
Not; “Düşünüyorum Öyleyse Vurun!” diyerek, ülkeyi kuşatan karanlığı
Yaşamı pahasına aydınlatan sevgili Uğur Mumcu’nun aziz hatırasına saygıyla.