Lidyalılardan günümüze paranın hiçbir zaman dini, imanı, vatanı, ideolojisi olmadı, olmuyor da! Bu özelliğiyle para, hırsızları, fırsatçıları, omurgasızları organize edip bir araya getiren bir meta.
Öyle ki, kirliymiş, yetim hakkı taşıyormuş demeden bir araya gelen herkesin, kendisinin ve karşısındakinin ne olduğunu bildiği ve doğal olarak da oyunu kuralına göre oynadığı, organize bir platform bu. Oyunda kalmak için girmedikleri kılık, yemedikleri herze, bulaşmadıkları pislik yok desem yeridir. İdeolojik anlamda birbirinin karşıtı olsalar dahi, çıkarda bir güzel ortaklaşan bu zati muhteremler, keyifle bir araya gelip kamu malları üzerine pek ala çökebiliyorlar. Yaptıklarının namussuzluk ve dahi omurgasızlık olduğunu bir an olsun düşünmüyorlar bile.
Sorarsan hepsi sütten çıkmış ak kaşıktır haspalarım! Her sıkıştıklarında “Darül-harb” koşullarına sığınıp, ne hukuk takarlar ne de kural!..
İyi ile kötü, gerçek ile yalan birbirine karışmış durumda. Bu ülke neler görmedi ki? “para sıfırlama” konusunda doktora yapmış “ekonomist” veliahtlar, kumar masalarında boy-göbek gösteren armatör mahdumlar, ayakkabı kutularında para taşıyan banka genel müdürleri, yatak odalarında para sayma makinaları, aynı anda 4-5 kurumdan yüksek maaş alan danışman ve bürokratlar… Ve iktidar gücüyle varsıllaşmanın saymakla bitmeyen örnekleri.
Sanırım bunların “Türkiye Yüzyılı” diye tariflleyip içinde hep birlikte avlandıkları talan düzeni bu olsa gerek?
Etikmiş, emekmiş, alın teriymiş, liyakatmiş, umurlarında bile değil! Varsa yoksa kolay yoldan para kazanmanın yol ve yöntemlerini deneyimleyebilmek.. Bal tutan parmağını yalar misali güç odaklarıyla bağlantı kurup, onların yanında yöresinde görüntü verme, sonra da kendilerini bir matahmış gibi pazarlayıp basamakları hızlıca tırmanmak. Çünkü “Allah’ın ipine sarılın” diye öneren ve uygulayan büyüklerinden öyle gördüler, öyle devraldılar!
Bu bir kişi meselesi değil, zihniyet meselesi…
Sistem de bu zihniyet üzerinden tahkim ve inşa edildi. Yoksullukta dibe vurmuş bir ülkede lüks hayatı dibine kadar yaşayan bu güruhun, şatafatlı düğün, kına, merasimleri, bekarlığa veda partileri, yurt dışında doğum ve mülk edinme hevesleri almış başını gidiyor. Görgüsüzlük, şımarıklık desen, az biraz onuru olan insanı utandıracak cinsten. Tıpkı batılılaşmanın gösteriş budalalığına evrildiği bir dönemin gülünçlüklerini konu edinen ve Ekrem Reşit Rey tarafından yazılıp, 1933 yılında Cemal Reşit Rey tarafından bestelenen “Lüküs Hayat” müzikalinde icra edildiği gibi;
“Şişli’de bir apartıman
Yoksa eğer halin yaman
Nikel-kübik mobilyalar
Duvarda yağlı boyalar.
İki tane otomobil
Biri açık biri değil
Aşçı uşak hizmetçiler
Dolu mutfak dolu kiler.
Hanım gider sen gidersin
Gündüzleri çaydan çaya
Gece olur davetlisin
Ya dineye, ya baloya
Hey.
Lüküs hayat, lüküs hayat
Bak keyfine yan gel de yat
Ne ömür şey, oh ne rahat
Yoktur eşin lüküs hayat…”
Ortalık ziyadesiyle karışık dostlarım. Herkesin birbirine operasyon çektiği bu karmaşa ortamında, kendinize iyi bakın lütfen.
Sevgiyle, dostlukla.