ABD’nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack; Erdoğan-Trump görüşmesi öncesi bir konferansta, Trump’ın “Onlara ihtiyaç duydukları meşruiyeti verelim” dediğini… yani Türkiye’nin meşruiyeti olmayan bir iktidar tarafından yönetildiğini dünya aleme ilanen tebliğ etti.
İkinci yüzyılını onurla adımlayan Cumhuriyet hükümetinin meşruluğunu, ABD Başkanının sorgulaması asla ve kat’a kabul edilebilir değildir. Ama gelin görün ki, iktidarın ABD tarafından meşruiyetle ödüllendirildiğini öğrenen, ar duygusundan yoksun bir cümle yandaş ve trol taifesi çoktan zil takıp oynamaya başladı bile!.. Öyle ki, ABD Dış İşleri Bakanının, “Trump ile görüşmek ve Beyaz Saray’da 5 dakika ağırlanmak için yalvar yakar oluyorlar” sözleri bile bu sevinci gölgeleyemedi!
Hem neden gölgelesin ki? Yandaşın her zaman ki gibi savunusu hazır; Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyaz Saray’da, Dış İşleri Bakanının iddia ettiği gibi 5 dakika değil, iki saati aşkın bir süre ağırlandı ve ABD Başkanıyla, başta uçak filomuzun Boeing marka uçaklarla modernizasyonu, Heybeliada Ruhban Okulu ve Nükleer Enerji konusu olmak üzere, dünya sorunları üzerinde çeşitli istişarelerde bulundu!.. Ulusal gururumuz KAAN’ın motorunun akıbeti konusunda ise, Sayın Hakan Fidan’ın açıkladığı gibi çözümleme bir başka bahara ertelenmiş, NTV muhabiri ABD ziyaretine ilişkin “çok şey verdik, bir şey alamadık” diye haber yapmış ne gam. Varsa yoksa altın varaklı koltuğun ihtişamı.
Kısacası zırvalığın doruklarına ulaşılan bu süreçte, kim ya da kimler bu rezilliğe nasıl bir kılıf uydurur bilemem ama bildiğim, metalaştırılıp alınır-satılır hale getirilen değerler silsilesi içinde, özellikle meşruiyet konusuna açıklık getirmenin bir zorunluluk olduğudur;
Olağan dönemlerde anayasal rejimler bağlamında meşruiyetin kaynağı kayıtsız koşulsuz anayasadır. Anayasanın kurduğu düzen kendinde meşruiyet kaynağıdır. Anayasa dışı, anayasanın ötesinde ya da anayasayı önemsizleştiren yeni bir meşruiyet iddiası ortaya çıktığında, üstelik bu iddianın sahipleri birde anayasal yollarla iktidara gelmişlerse, bu durumda ikiliğin kapıları ardına kadar açılır. Yani anayasa, meşruiyetin kaynağı olmaktan çıkarıldığında, artık kimi kuralların uygulandığı kimilerinin de uygulanmadığı bir kullanım kılavuzundan başka bir şey değildir.
Böyle bir meşruiyet iddiası; hiç kuşkusuz, iktidar eylemlerinin meşruluğunu artık anayasaya uygunluktan değil de “amaç” a uygunluktan alacağından; yürütme gücü tarafından alınacak “amaç” a uyumlu tedbirler sayesinde, kendini rahatlıkla kurucu iktidar konumuna dahi yerleştirebilir! Olağanüstü araçlar gelişip, amaca ilişkin meşruiyet iddiası güçlendikçe yargı da buna uygun biçimde düzenlenir; milli yargı ya da başka adlarla anılır; kararlarında artık anayasal-yasal normlar değil, amaca uygunluk ölçüt hale gelir. Anayasal yollar tükense de iktidarını sürdürmek isteyen iktidarlar, elde ettikleri bu araçları kaybetmek istemezler, aksine uygun ortamları sağlayarak veya bunlardan yararlanarak mevcut araçları daha bir geliştirmek isterler.
Örneğin; 15 Temmuz’a veya Gezi’ye gerekçelenip, temel hak ve özgürlükleri askıya alan OHAL uygulamalarına devamlılık sağlamak. Bu bağlamda Olağanüstü mahkemeler kurmak, mevcut yasalara göre seçilmiş organların feshetmek, AİHM ve AYM ihlal kararlarını uygulamamak, kısaca olağan yollarla yapılabilmesi mümkün olmayan her şeyi, (amaca uygunluk iddiasıyla ilişkilendirip) olağanüstü hale içkin bir meşruiyet iddiasına dayandırarak gerçekleştirirler!
Özetleyecek olursak; CHP belediyelerine atanan kayyum, OHAL tekniği ve OHAL tedbiridir. Çünkü amacı belirleyen, hiç kuşkusuz uygun aracı da belirler. Dolayısıyla kayyumluk müessesesi OHAL döneminin teknik bir aracı olarak biçimlendirilmiştir; bu niteliği ile siyasal iktidarın anayasal meşruiyetinin önüne geçen “amaç”ın gerçekleşmesini sağlayacak araçlardan birisidir.
Sanırım geçen onca fırtınalı yılın ardından iktidarın “amaçladığı” nihayi hedefinin ne olduğunu tahmin etmek hiç de zor olmayacaktır!..
Sevgiyle, dostlukla.