Cemal Süreya diyesi;
“Ne kalem yazabildi halimizi, ne de cümleler anladı bizi.
Ünlem şaşkın. Virgül eğri… Bir noktaya gizledik dertlerimizi!”
Kim sevinir kim yerinir bilemem ama bildiğim. Yüz yıllık demokrasi serüvenimizin böylesi bir sayrılı süreçte bizi taşıdığı son nokta, Türkiye’nin artık uluslararası sınıflandırmalarda demokratik bir ülke kategorisinde yer almamış olmasıyla nihayet bulmasıdır.
Özellikle son birkaç aydır ulusça yaşadıklarımızı son on yılın birikimi ve siyasi dönüşümü bağlamında değerlendirmek, sanırım demokratik varsayımlar ve beklentilerle vakit öldürmekten daha fikir açıcı olacaktır.
Zamanın ruhu her ne kadar “değişimi” öncelese de, otoriter sistemlerde iktidar değişikliği oldukça zordur. Bunun en önemli nedeni iktidarın devletin fiziki, maddi ve insan kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda harekete geçirme olanağına sahip olmasıdır. İkinci bir nedeni ise hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin çoğulcu ve demokratik bir işleyişe izin vermeyecek biçimde manipüle edilmiş olmasıdır.
Örneğin siyasi yasaklar, seçim sistemine ve seçim güvenliğine müdahaleler, terörle mücadele adı altında Muhaliflerin baskılanması ve hukuki araçların iktidarın çıkarına hikmet edecek biçimde kurgulanması iktidarın başat kullanım alanlarını oluşturmaktadır.
İktidar değişikliğini zorlaştıran bir başka unsur ise siyasette dördüncü kuvvet olarak değerlendirilen medyanın bağımlılığı ve bilgi akışının özgürce ve tarafsız bir şekilde gerçekleştirememesidir.
Başta TRT olmak üzere medya bir taraftan siyasi otoritenin, diğer yandan tekelci sermayenin güdümünde yol alırken. Bağımsız medya kuruluşları ya da haber kaynakları sıklıkla foncu, ajan, diş mihrakların oyuncağı olmakla yaftalanıp değersizleştirilip, kesintisiz sürdürülen yalan haber, montaj videolar, algı operasyonları ve benzeri manipülasyonlarla sıradan vatandaşın doğru habere erişimi zorlaştırıldı.
Toplumun kolektif ruh halini kendi pespaye varoluşlarının karanlığına dönüştürmeyi ahdetmişlerin oyununu bozmak ve iktidar değişimini gerçekleştirebilmek için kayıtsız koşulsuz güçlü bir parti organizasyonuna gereksinim vardır. Bunun için de öncelikle güçlü parti kavramının temel parametrelerini doğru kavramak gerekir.
Güçlü partiler örgütsel nitelikleri bağlamında doğal tabanlarıyla istikrarlı ve kurumsallaşmış bağlar kuran partilerdir. Bu bağlar söz, yetki ve karar süreçlerine ve ön seçimlere tüm üyelerin katılımıyla kurulup güçlendirilir. Ayrıca partiyle organik bağı olan sendikalar veya demokratik kitle örgütleri bu birlikteliğin doğal bileşenleridirler.
Demokratik ve şeffaf bir işleyişe sahip tüzük ve programlarla desteklenen bu kurumsal yapılar, olası örgüt içi çatışmaları da bertaraf edecek ve uzlaşı sağlayacak demokratik bir iç işleyişle, oto kontrolü gerçekleştirecek donanıma sahip olmalıdır.
Kuşkusuz partileri güçlü kılan itici güç, liderlerinin karizmatik birikimleri değil, parti örgütlerinin güçlü duruşudur. Güçlü partiler her madden, hem de insan kaynakları açısından etkin bir örgütlenmeye sahiptirler ve bu kaynakları kullanarak kitle iletişim araçları marifetiyle geniş kitlelere ulaşırlar.
Bütün bunların çıktısı olarak güçlü partiler, Yüksek oranda üye sayısına, partizan bir sadakate, uzun bir geçmişe ve doğal olarak seçim başarısına endeksli güçlü kökleri olan partiler olarak siyasi arenada yer alırlar.
Yoksa, kendi içinde demokrasiyi tesis edememiş, doğal köklerini öteleyip, ön seçimsiz kadrolardan oluşan ve sadece kurultaya-kurultay delegeliğine endeksli bir partinin ülkeyi demokrasiyle buluşturma vaadi hayalden öteye varamıyor.
Yıllardır sürdürülen neoliberal politikalarla kandırılan, hayal kırıklığı yaşayıp kahrolan insanların sistemin içine dahil edilmesi gerekir. Var olan yapılarla sadece halkın gazını alan, onları yanlış yönlendiren kadrolar, majestelerinin muhalefetini yapmaktan başka bir işe yaramaz!
Yukarıdaki değerlendirmelerin muhalefetin zirvelerine çöreklenmiş ve bilindik bir “filmi” yeniden tekrarlayacak olan! siyaset erbabı nezdinde hiçbir anlam ifade etmediğinin farkındalığıyla;
“kıssa” çıkarma faslını siz değerli takipçilerimin ve toplumsal muhalefetin yürekli taşıyıcılarının ferasetine havale ediyorum.
Sevgiyle, dostlukla.