EN BÜYÜK YATIRIM TRANSFERDİR, HATA AFFETMEZ!

Merhum Özkan Sümer, “Bir kulübün en büyük yatırımı transferdir” derdi. Kesinlikle haklıydı. Bir kulüp, taraftarları aracılığıyla stat gelirlerini zirveye taşıyabilir, resmi ürün satışı ya da çeşitli promosyon uygulamalarıyla müthiş gelirler elde edebilir. Naklen yayın, isim hakkı, spor toto, loto, İdaa ve benzeri gelirlerin yanı sıra, sponsorlardan milyarlarca lira kazanılabilir. Ancak bunlar doğru kullanılmazsa, sürekli hatalı transferlerle bu paralar eritilirse, saha sonuçlarına yansımasa, ya da yansısa da yüksek bedellerle alınan oyuncular, oluk oluk para yerse iflas kaçınılmazdır. 
Ama kasaya giren paralar her açıdan olduğu gibi, özellikle transferde doğru kullanılırsa, hem hiçbir şekilde borçlanmazsınız, hem takıma katkı yapacak oyuncuları seçtiğiniz ve bunlar da verimli olduğu için sahada da başarı kaçınılmaz hale gelir. Nihayetinde bu doğru tercih ettiğiniz oyuncular, çok verimli oynadıkları takdirde ilerleyecek süreçte, başka kulüplere çok yüksek bedellerle satışı sağlanıp, bonservislerinden rekor paralar kazanabilirsiniz. Sonuçta kasanızda, her zaman harcayabileceğiniz yüklü bir döviz birikmiş olur. 

AKILLI, ZEKİ, BİLGİLİ YÖNETİMLER TRANSFER HATASI YAPMAZ

Diyeceksiniz ki, “Transferde hata yapmak doğaldır. Bir futbolcuyu izlersiniz, oynadığı takımda çok başarılıdır. Alırsınız ve sizde uyum sorunu yaşar, başarılı olamaz ve zarar hanesine yazılabilir.” İşte ben buna hiçbir biçimde katılmıyorum.  Çünkü eğer bir kulübün başkanı, yöneticileri futbolun ruhunu bilirse, eğer İzleme Komitesi bu işin ustasıysa ve teknik direktörü de transfer çılgınlığı hastalığına tutulmamışsa, yüzde yüz bile başarı elde edilir. Bunun örneğini bugünkü gibi modern izleme yöntemlerinin geçerli olmadığı, hatta tavsiyeye dayalı transferlerin yapıldığı 1970’li yılları verebiliriz. Hem de örneği Trabzonspor olarak vereceğim. 
Trabzonspor,2. Ligdeki son sezonunda Ali Kemal Denizci’yi, Şenol Güneş’i, Cemil Usta’yı, Turgay Semercioğlu’nu, Bekir Barçın’ı, Kadir Özcan’ı, İhsan Sakallıoğlu’nu, Hüseyin Tok’u, Necati Özçağlayan, Engin Çınar’ı takıma kattı ve 1’nci Lige çıktı. Bu isimler, sadece Trabzonspor’un değil,  Türkiye’nin mevkilerindeki en iyi oyuncuları haline dönüştü. 1’nci Lige çıkınca kadrosunu korudu. Bir sonraki sezon Giresunspor’dan Ahmet Ceylan’ı aldı, Ali Yavuz, Tuncay Mesci’yi kadrosuna kattı. Üçü de takımın en iyileri arasında yer aldı. Necmi Perekli’yi geriye getirdi, gol kralı oldu. 

HER TRANSFERDE YÜZDE YÜZ İSABET OLUR MU? OLUR!..

Daha sonraki sezon Elazığspor’dan Mehmet Ekşi, Kocaelispr’dan Orhan Aksoy’u, Boluspor’dan Necdet Ergün’ü transfer etti. Bu arada altyapıdan Serdar Bali, Güngör Şahinkaya, Cengiz Akçay, Galip Değerli, Recep Sakal, İsmail Yavru, Kör Metin, Mehmet Köroğlu, Ali Tabutcu, Raci Özkara, Yaşar, Osman Şatıroğlu, Levent Erköse, Ufuk Şiranlı, Hüsnü Özkara gibi isimleri A takım kadrosuna kattı. Ali Kemal, Kadir, Bekir, Cemil’le yollar ayrıldı. Necmi kendi isteğiyle gitti. Ve Trabzonspor’un hem altyapıdan aldığı futbolcular, hem de dış transferleri yüzde yüzle takıma katkı yaptı ve her kulvarda şampiyon oldu, Avrupa’da da çok başarılı süreçler yaşadı. Ardından Necdet’ler, Orhan’lar ve Mehmet Ekşi’ler yüksek bedellerle başka takımlara satılırken, bu kez Şekerspor’dan İskender Günen, Tuncay Soyak gibi oyuncular kadroya katıldı. Bahattin Güneş Yolspor’dan önce amatör takıma, sonra da A takıma transfer edildi. Cemil Canalioğlu, 24 Şubat’dan alındı ve bunlar da takıma büyük katkı sunarken, takım yine ya şampiyon, ya ikinci oldu ama mutlaka Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Başbakanlık Kupasını müzesine taşıdı. 
Yani yüzde yüz başarı…
Hem dış transfer, hem de altyapıdan alınanlardan müthiş katkı alındı, takım şampiyon oldu, kulübün bir lira geliri yokken, yöneticilere ve başkanlara çok ihtiyaç duymadan zirveyi de kimseye kaptırmadı, az borçla da yaşamını dimdik ayakta sürdürdü. 
Peki neden?
Çünkü yapılacak transferlerden para yemeyi düşünmeyen, amatör kulüplerde yıllarca yöneticilik yaptıktan sonra Trabzonspor’a deneyimli isimler olarak gelen başkan ve yöneticiler, tüm tecrübelerini aktarırken, takıma nasıl futbolcu gerektiğini, bu özellikleri de kimlerin taşıdığını az çok biliyorlardı. Salih Erdem, Mustafa Şamil Ekinci, Ahmet Celal Ataman gibi başkanlar, Süha Akçay, Nizamettin Algan, Besim Kahraman, Utku Bozoğlu, Abidin Melek, Kenan İskender gibi yöneticiler kulübün en kritik noktalarındaydı. Özkan Sümer gibi altyapı organizasyonunu ülkede ilk başlatan, üretime inanan, Ahmet Suat Özyazıcı gibi kentin temel taşlarından biri teknik direktörlük yapıyordu. 
Neredeyse kusursuz transfer politikası, hata payı sıfır, alttan gelenler verimli ve büyük Trabzonspor’un yaratılışı, daha da büyütülmesi süreci… Tüm bu süreci yönetenler ise kulüp kültürünü çocuk yaşta alan, gelişen ve tecrübe edinen isimler yönetiyor, yine bu kenti ve başında bulundukları takımları canlarından çok seven teknik direktörler iş başındaydı. Yani demem o ki, gerçekten futbolu bilen, onun içinden gelen, çıkarsız severek görev yapan yöneticilerle, teknik adamların transferlerinde hata olmaz… 

EN BAŞARILI TRANSFER ALTYAPIDAN ÜRETİLEN OYUNCULARDIR

Aslında en başarılı transferler ise altyapıdan kazanılan, vitrine çıkarılan futbolculardır. Bu nedenle özellikle üretim değerlerini öne çıkarmak, her yönetimin, teknik adamın görevi olmalıdır. 
Neden mi?
Çünkü altyapıdan gelen oyuncu, takımın taraftarıdır. Formasına aşıktır, onun için sahada her şeyini ortaya koymaya çalışır. Bonservis bedeli yoktur. Uzun süre küçük küçük paralarla takımda forma giyerler. Zirveye çıktıklarında bile sıradan bir transferden daha az ücretle oynamaya razıdırlar. Parasının ödenemediği koşullarda, ne FİFA’ya gider, ne TFF’ye başvuruda bulunur. Yedek soyunduğunda, tribünlere çıkarıldığında büyük sorun çıkarmaz. Göndermek istediğinizde size zorluk çıkarmaz, üste para talep etmez, bonservis bedeli getirmeye çalışır. Kalmasını istediğinizde, koşarak sözleşme imzalar ve yüksek paralar talep edip, kulübün kasasını delmenin çabasını göstermez. Elinden ne kadarı geliyorsa ondan fazlasını vermeye çalışır.
 Başarısızlıkta taraftarın en galiz küfürleri, yuhalamaları yönelttikleri onlardır. Gözyaşlarını içlerine akıtır ama yine de ses çıkarmazlar. İsyan bayrağı açıp, kaçmanın yollarını aramazlar.  Sevgiye, aşkla bağlı oldukları takımlarının başarıları rüyalarına girer, başarısızlıklarında kabus görürler. Zaferin mutluluğunu tribündekiler gibi yaşarlar. Yenilginin acısını ölümüne, iliklerinde hissederler. Sokağa çıkmak istemezler. Yüzleri asılır, acılarını günlerce yaşarlar.  Yani hem sahada, hem saha dışında başka illerden ya da yabancı ülkelerden gelenlerden çok daha özverilidirler. 
Neyse devam edeyim!

TRABZONSPOR’UN KADERİ 1982’DEN İTİBAREN DEĞİŞMEYE BAŞLADI

Böylece yüzde yüz isabetli transferlerle 1983 yılına gelmiş olduk. Kulübün kısa bir süre başkanlığını yapan Mustafa Günaydın’dan paralı başkan Mehmet Ali Yılmaz bayrağı teslim aldı ama yanında kulübün nasıl yönetilmesi gerektiğini bilen isimler vardı.  Altyapıdan Selami Güven,  Lemi Çelik altyapıdan A takıma çıktı, Kemal Serdar Akçaabat Sebatspor’dan transferler arasına katıldı. Bu isimler de başarılı oldu. Kaptanlık pazıbendini de taşıma onuru yaşadılar. Paralı başkanın ilk yılında Samsunspor’dan Hasan Şengün (Dobi), Rizespor’dan Hakan Vezir, K.Osman, Fenerbahçe’den de Osman Denizci büyük paralar ödenerek transfer edildi. Osman Denizci dışında kalanlar başarılı oldular ve takıma önemli katkılar sundular, son şampiyonluğu, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı kupası Trabzonspor’un müzesindeydi. 
Mehmet Ali Yılmaz kulübe para aktarıp, pahalı transferlerle kendi vitrinini oluştururken, yabancı futbolcu, teknik adamlarla sözde Trabzonspor’u dünya kulübü yapacağı iddiasıyla kafasının estiği gibi kulübü yönetmek isteyince etrafındaki bilge yöneticiler de tek tek çekildi. Sonra büyük transfer yanlışları başladı. Bir dönem, zorunluluktan dolayı Hami Mandıralı, Hamdi Arslan, Hamdi Zivalı, İbrahim Yılmaz, Taner Yılmaz, Hayrettin gibi altyapı orjinli isimler A takıma çıkarıldı. Bunlardan Hami, Hamdi gibi isimler uzun süre devam edip, takımın yıldızları olurken, diğerleri kayboldu gitti. Çünkü artık gereksiz dış transferlerle gençlerin ve altyapı orjinli oyuncuların önleri kapatıldı. Dünya starları, Türkiye yıldızlarının alındığı dönemlere tanıklık ederken yine de yüzde 60-70 gibi bir başarı oranı da vardı. 
O günün yöneticileri, Trabzonspor’un geçmişte transferde yüzde yüz başarı oranı tutturduğunu unutmuşçasına, transferde bu kadar hata payının olmasının doğal karşılanması gerektiğini söylüyorlardı. Çünkü onların büyük bölümü Bordo-Mavili kulübün tarihine yabancıydı, ya da çok da umurlarında değildi. 

FUTBOLUN İÇİNDEN GELEN YÖNETİCİLER AZALINCA…

Adım adım kaliteli yönetici sayısı azalırken, kulüp başkanı da, “Ben bu işin kompetanı oldum” havası estirip, etrafını yağcılarla ve çıkarcılarla doldurunca transferdeki başarı oranı adım adım yüzde 50’ler ve 40’lar seviyesine düştü. Bu düşüş aynı zamanda sahadaki başarısızlığın nedeni olurken, kulübün ekonomik anlamda da borçlarının dağ gibi büyümesine, ödeme krizlerinin yaşanmasına sebep oluyordu. Kulüplerin gelirleri her sezon iki kat artarken, ne hikmetse, borçları da 2-3 kat yükseliyordu. Ne yazık ki hiç kimse de, bunun sağlıklı bir değerlendirmesini yapamıyor, ya da yapmak işlerine gelmiyordu. Çünkü yöneticiler, taraftar dalkavuğuydu, menajerlerin oyuncağı haline gelmiş, bilgiden yoksun kişiliklerdi artık…
Ve böylece son 10 yıllık bir sürecin içine girdik. Artık kulüpler ki, bunlar arasında Trabzonspor başı çekiyor, her sezon asgari 13-14 transfer yapıp, kadrosundaki 15-16 futbolcuyu göndermeyi bir marifet kabul etmeye başladı. Hatta bu oyuncuların büyük bölümüne üste hatırı sayılı paralar verilerek gönderildiklerinde, “Oh be kurtulduk” diye de kamuoyunu yanıltma yoluna gidiyorlardı. Bordo-mavili kulübün yıllık geliri neredeyse 1 milyar liraya çıkmışken, borcunun 3 milyar liraya yaklaşmasının mantıklı bir izahını yapabilecek olan var m? Hadi İbrahim Hacıosmanoğlu ve Muharrem Usta döneminde sahada sonuçsal açıdan hüsranlar yaşanıyordu ama kulübü Ahmet Ağaoğlu aldığında borç 900 milyon lira civarıydı. Son 4 yılda ligde en çok puan toplayan, 38 yıl aradan sonra resmi olarak lig şampiyonu olan, Türkiye Kupasını , Süper Kupayı kazanan, Yusuf Yazıcı, Alexander Sorloth, Andreas Cornelius, Berat Özdemir ve daha birçok oyuncuyu astronomik rakamlarla satıp, buradan da kulübün kasasına 55 milyon Euro’nun (1 milyar lira) üzerinde bir para girmesine rağmen borcun bu kadar büyük boyutlara ulaşmasının mantıklı izahını yapabilecek tek bir babayiğit var mı?

ARADAKİ TEK FARK YÖNETİM VE TEKNİK DİREKTÖR KALİTESİDİR

Bakın, 1970’lerden 83’e kadar yüzde yüz başarı gösteren bir transfer politikası, altyapıdan gelen oyuncuların mutlaka oynatılması ve kazanılması olgusunu yaratanlar da başkan, yönetici, teknik direktördü… Bugünün yüzde 10’a ulaşmayan transfer başarısı ve altyapıyı bozuk para gibi harcayanlar da başkan, yönetici ve teknik direktör…
Sakın, o dönemde daha çok yerli transferi yapıldığını o nedenle futbolcuları tanımanın daha kolay olduğunu kimse öne sürmesin. O günkü teknolojik ve diğer olanaklar nedeniyle Yavuz Selim’deki futbolcuyu bile tespit etmekte zorlanabilirdiniz ama bugünkü olanaklarla, dünyanın ucundaki futbolcuyla ilgili her türlü bilgiyi edinme bir kenara, sayısız scout ekibi mensubuyla da defalarca izleme şansına sahipsiniz. Yani o gün, Yavuz Selim Sahasında oyuncu tespit etmek, bugün Papua Yeni Gine’deki  oyuncu hakkında rapor tutmaktan çok daha zordu.
Şunu unutmayın ki aralarındaki tek fark yönetim ve teknik kadro kalitesindeki uçurumdur. 
Geçmişte bu kulübün içindekiler ve etrafındakilerin kumaşında müthiş bir kalite vardı. Onlar gerçekten su katılmamış, katkı maddesi kullanılmamış kumaştı. 
Ya bu günün iş başındakiler!
Ne yazık ki naylonlar; ama kumaş diye kendilerini yutturmaya çalışıyorlar. Elbise seçerken, kumaşının kalitesi için kılı kırk yaranlar,  lütfen Trabzonspor’u emanet ettiklerinizin de kalitesini iyi kontrol edin…
Kumaş diye naylonlarla kandırılmayın… 
Saygılarımla…