Trabzonspor kulübünün tarihi bir kimliği hayatını kaybettiğinde ya da hakkında kitap yazıldığında ben de elimden geldiğince, kalem oynatmaya çabalayan bir misyona sahipmişim gibi hissediyorum kendimi... Bu nedenle Bordo-Mavili kulübün en uzun süreli başkanlığını yapan, eylemleriyle en çok tartışılan ve dün aramızdan ayrılan Mehmet Ali Yılmaz ile ilgili de yazmazsam kendime saygısızlık yapmış olacağımı düşünürüm. Ölüm haberini aldığımda ne hissetmem gerektiğini inanın bilemedim. Başkan olduğu sürü içinde kendisiyle yöneten-gazeteci olarak iyi ilişkilerimiz olmasına karşın, hep muhalefet yaptığım bir isimdi Merhum Yılmaz… Bu kulübe önemli zararlar verdiğini düşündüğüm için uygulamalarını sürekli eleştirdiğim, sert karşı koymaya çalıştığım ve bu camianın tarihinin en güçlü simalarının başında gelen bir isimden söz ediyoruz. Kuşkusuz en karşı çıktığım bir isimle ilgili yazmak hiç de kolay değil…
Hayatım boyunca hep güçlülerin karşısında durdum. Mehmet Ali Yılmaz da Türkiye’de, Trabzon’da ve Trabzonspor’da güçlüydü. Gücü temsil ederken de yönetim biçimiyle birçok yanlışa imza atıyordu bana göre. Fakat bir insan güçlüyken yanlışlarına karşı durabilme felsefem, o gücü kaybettiklerinde ve artık kimseye zarar verebilecek eylemler içinde olamayacakları sürece girdiklerinde nötr duruma geçerdi. Kuşkusuz eylemleriyle ilgili olarak konu açıldığında yine inandığım doğruları dile getirmekten çekinmediğim Merhum Mehmet Ali Yılmaz da, en azından son 15 yıl içinde Trabzonspor’a ne önemli zararları dokunabilen ne de yarar sağlayabilecek bir gücün temsilcisi değildi. Bu nedenle de ölümünün ardından kaleme alacağım bu yazıda elimden geldiği ölçüde objektif olmaya ve duygularımı değil, gerçekleri kaleme almaya çalışacağım. TRABZONSPOR ÇARESİZ BİR NOKTADAYKEN BAŞKAN YAPILDI Kuşkusuz Mehmet Ali Yılmaz, Trabzonspor’un kimliğinden, misyonundan ve vizyonundan uzaklaşmasının, kendine yabancılaşmasının en önemli sebebi olarak tarihteki yerini almıştır. Ancak şu unutulmasın ki Trabzon kenti, 12 Eylül faşist darbesinin hemen ardından başlayan yeni ekonomik, sosyal ve kültürel yapıdan kaynaklı olarak Bordo-Mavili kulüpten adım adım vazgeçmeye başlamıştı. Bu kulüp, tarihi büyük başarılara imza atıp, futbolda Anadolu ihtilalini yaparken imece usulüyle ayakta durup, İstanbul Saltanatına son vermişti. Ne yazık ki önce Mustafa Günaydın’ın, “Yöneticiler bıraksın dilenmeyi, ben 500 otobüsümle ve 10 milyon lirayla Trabzonspor’un emrindeyim” sözleriyle başkalaşım sürece önce kentte başlamıştı. Bu sözlerden sonra, Trabzonspor için yardım toplamak amacıyla sakağa çıkan yöneticilere artık dilenci muamelesi yapılmaya başlanmıştı. Destek taleplerine burun kıvrılırken, “Adam Trabzonspor’u parasıyla ayağa kaldıracak, bırakın bu para toplama işlerini” sözleriyle karşılaşıyorlardı yöneticiler…. Zaten Ahmet Celal Ataman başkanlığındaki yönetim de artık isyan noktasına gelmişti. Kongre kararı alınmış, paşasıyla kulübü abat edeceğine inanılan Günaydın başkan seçilmişti. Fakat verdiği sözlerin hiçbirini yerine getirmemişti. Kulüp büyük sıkıntılar içinde debelenip duruyordu. HENÜZ 34 YAŞINDA UTANGAÇ BİR DELİKANLI
Gelinin noktada Trabzonspor’un sahipleri olarak kendilerini görenler yükün altından kalkamayacaklarını düşünüyorlardı. İbrahim Cevahir ise Trabzonspor’un İstanbul kanadındaki en büyük gücüydü. Bir gün, “Benim param daha fazladır ama veremem. Mehmet Ali Yılmaz isimli bir genç var. Eli cebinden hiç çıkmaz. Gelin onu başkan yapalım, herkes rahat etsin” dediğinde insanlar önce burun kıvırmıştı. Çünkü herkes Mehmet Ali Yılmaz ismini ilk kez duyuyordu. Bordo-Mavili camianın önde gelenleri Mehmet Ali Yılmaz’ın ismini böyle duymuştu. O ise askeri ihalelere girerek büyük paralar kazanmış genç bir iş insanıydı aslında… İbrahim Cevahir onu ilk kez camia ile Trabzon Belediyesi’nde yapılan toplantıda kulübün ileri gelenlerine tanıtmıştı.. Yılmaz’ın ilk sözü, “Başkan seçildiğimde 20 milyon lira vermeye hazırım” olmuş, çeki de hemen orada kesmişti. Fakat, “Bu kulüp yönetme işlerinden anlamam. Burada bana iyi bir yönetim yapacaksınız” şartını koymuştu. Öneri hemen kabul edilmiş ve kollar sıvanmıştı.
Hiç kimse işin önünü arkasını düşünmemişti. Böyle bol keseden para veren bir insanın yarın, kulübe maliyetinin daha yüksek olup olmayacağına dair tek bir fikir bile ortaya atılmamıştı. Sonuçta Trabzonspor’un artık para diye bir sorunu olmayacaktı. Kimse de dilenci gibi ortalıkta dolaşmak zorunda kalmayacaktı. Para olduktan sonra nasılsa yönetim birikimi olanlar çok daha rahat yönetme başarısı gösterebilirlerdi.
Yapılan ilk kongrede de Mehmet Ali Yılmaz başkanlık koltuğuna otururken yaşı henüz 34’tü. Gencecik ve mahcup bir delikanlı havasıyla konuşurken yüzü kızaran utangaç yapıdaki bir Anadolu çocuğunu temsil ediyordu Yılmaz…Düşünün, ikinci kez başkan seçildiği kongrede bir tek TRT kamerasının ve fotoğraf makinelerinin flaşlarının ışıklarından bile rahatsız olmuş, “Bu şekilde konuşmakta zorlanıyorum” diyerek üyelere teşekkür edip, kürsüden inmişti. Gördüğü ilgi bile onu heyecanlandırıyor ve kitle karşısında konuşmasını engelleyebiliyordu. Ama Yılmaz, henüz gencecik bir delikanlıyken, çok büyük hayranlık duyduğu Trabzonspor’u kuran ve yaşatan efsane isimler tarafından el üstünde tutulmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyor, onlarla beraber olmanın anlatılmaz özgüvenini hissetmeye başlamıştı artık…. Onun da en büyük amacı Bordo-Mavili kulübü daha da büyütmek, Dünya çapında ses getirecek noktalara taşımaktı. Ancak bunun sadece paraları yollara sermeyle başarılabileceğine dair büyük bir yanılgısı vardı. Trabzonspor’un Türkiye’yi ayağa kaldıran büyük başarılarının sırrını derinliğine hiç incelememişti. Yılmaz göreve başladığı gibi söz verdiği parayı verdiği yönetime teslim etmiş, üstüne de 15 milyon lira daha eklemişti. HEMEN TESİSLEŞME HAMLESİNİ BAŞLATTI Trabzonspor, Türkiye’de hemen hemen her sezon şampiyon oluyordu. Mehmet Ali Yılmaz, parası bol ve ülke içinde ses getirmek için farklı işlere imza atmalıydı. Yani öyle eylemler yapmalıydı ki, ismi dalga dalga ülke sathına yayılmalı ve dünyanın en ücra köşesinde bile duyulmalıydı. Bordo-Mavili kulübün en büyük sorunu ise takımın çalışacak doğru dürüst sahasının bile olmaması ve modern bir tesise sahip bulunmamasıydı. Gerçi tüm Türkiye’nin temel sorunuydu bu… Yılmaz ise, hiç tereddüt etmeden parayı hemen hazır etmiş ve zaten Tek-Art Holding’in patronu yani İnşaat mühendisi olarak eyleme geçme kararı almıştı. Hemen yer bulunmuş, hava alanının altında tesis için ilk kazma vurulmuştu. Kuşkusuz bu eylem büyük ses getirdi. Trabzonspor camiası için Yılmaz artık bir fenomendi. Kentin de adeta seferberlik ilan etmesiyle birlikte tesisler adım adım yükseliyor, biri büyük ve çim, biri küçük ve toprak olmak üzere iki sahanın inşası hızla sürüyordu. Trabzonspor bu tesise kavuştuğunda artık Türkiye’de kimse önünde duramayacak, Avrupa’da ses getirecek başarılara imza atacaktı. Tüm hayaller bunun üzerine kuruluydu.
Tesisleri bir an önce bitirmeyi isteyen Mehmet Ali Yılmaz diğer yandan da transfer mevsiminde de varlığını hissettirmeliydi. Yaptığı ilk eylemlerden biri her zaman Trabzonspor’un yıldızlarına büyük paralar ödeyerek transfer eden Fenerbahçe’ye misillemede bulunmaktı. Ve bu kulübün en önemli yıldızı olan Trabzonlu Osman Denizci tam 50 milyon lira karşılığı Bordo-Mavili renklere kazandırıldı. Bu paranın 37,5 milyon lirası Fenerbahçe’ye, 12,5 milyon lirası ise Osman’a verilecekti. “Kimse bizden bir çivi bile sökemez” diyen Fenerbahçelilere, Yılmaz’ın yanıtı, “Biz çiviyi değil, evin temelini sökeriz” şeklindeydi. Kuşkusuz bu transfer Bordo-Mavililerin taraftarının gururunu okşamıştı. Çünkü her dönem yıldızlarını elinden alan Fenerbahçe’nin artık en önemli oyuncularını renklerine katabilen bir Trabzonspor vardı. Yani büyük bir psikolojik üstünlük söz konusuydu. Bu da yetmemiş, Samsunspor’dan Dobi Hasan (Şengün), Rizespor’dan Hasan Vezir, İsmail Hakkı ve Küçük Osman transfer edilmişti. Bu transferleri yapan Mehmet Ali Yılmaz artık kahraman gibi görülüyordu. Trabzon kentinde de, kulüp yönetiminde de bayram havası esiyordu. Artık hiçbir yönetici elini cebine bile sokmadan, sokaklarda teberru peşinde koşmadan, İstanbul, Ankara ya da Trabzon’da yardım geceleri düzenlemeden, sinema biletlerinden, İran’a giden kamyonlardan, Fiskobirlik’te üreticiden her hangi bir pay almadan, sigara, çay üretmeden ödemeler tıkır tıkır yapılıyor, her şey harika gidiyordu. Artık yönetenlerin bir eli yağda bir eli baldaydı. Oysa fazladan bonkörce dağıtılan para, bir kurumun, hatta toplumun satın alınmasının bedeli olduğunun farkında bile değillerdi. Birkaç aklı başında eski yönetici dışında kimse de bunu dikkate bile almıyordu. ÇEVRESİ PARA VE GÜCE TAPANLARCA KUŞATILDI Mehmet Ali Yılmaz bunlarla da yetinmiyordu. Kulübün bir yandan da altyapısında hummalı çalışmalar da yürütülmeliydi. Bu nedenle de artık Galatasaray’a çalıştırmaya başlayan Özkan Sümer de yüklü bir para karşılığı yeniden bünyeye katılmıştı. Sümer’e ödenen para, Profesyonel takımı çalıştıran ve takıma 1983-84 sezonunda takıma 4 kupa kazandıran Ahmet Suat Özyazıcı’dan fazlaydı. Yapılan bu eylemlerin tümünün kulübün prestijini yükselttiği ve başarıya giden yolun taşlarının örüldüğü düşünülüyordu ama aslında temeline dinamit konulmasının ilk işaretleriydi. Takım 1983-84 sezonunda şampiyon olmuştu. Kupayı kazanmış, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda da fırtınalar estirmişti. Trabzonspor 3 kupayla sezonu tamamlayınca, artık her şeyin doğru yapıldığı inancı pekişmişti. Mehmet Ali Yılmaz’ın ise çevresi paraya ve güce tapınanlar tarafından çevrelenmeye başlanmıştı. O zaten sadece Trabzonspor’a para vermiyordu. Akşam restoranlarda yapılan eğlencelerin faturasını üstleniyor, birçok insanın ekonomik ya da farklı yardım taleplerine anında olumlu yanıt veriyor ve yüksek gönüllülüğü ile garip kuşun yuvasını yapan bir dev insana dönüşüyordu…
Tüm bunlar yaşanırken, kulübün de gelenekleri, görenekleri yavaş yavaş ortadan kaldırılmaya da başlanmıştı. Bunun ilk işaretlerinden biri de de Bordo-Mavili takım Hüseyin Avni Aker Stadı’nda son şampiyonluğunu elde ederken yaşanmıştı. Çünkü futbolcuların omuzlarında kupayla tur atan Teknik direktör Ahmet Suat Özyazıcı değil, Başkan Mehmet Ali Yılmaz’dı. Bunun geleneklere çok aykırı olduğunu bilmiyordu ve yıllarca da bu nedenle arkasından yadırganmış ama yüzüne karşı ne kadar iyi yaptığı anlatılmıştı. Hele çevresini saran çıkarcı gruplar, “Parayı siz veriyorsunuz, tüm sorunları siz sırtlıyorsunuz, kupayla da futbolcuların omuzlarında tabii ki siz olacaksınız” havasındaydılar. KULÜBÜ BAŞARIYA TAŞIYAN DÜZEN ADIM ADIM DEĞİŞİYOR Tabii tesisler de bitmişti. Artık Trabzonspor dünya kulübü olmalıydı. Bunun için de yoğun faaliyetler gerçekleştiriliyordu. Bu arada takıma 3 kupa kazandıran Ahmet Suat Özyazıcı ile görüşme gereği duyulmadan yollar ayrılmıştı. Özkan Sümer takımın başına getirilmişti. Osman Denizci 12,5 milyon lira yıllık kazanırken takımın efsaneleri ve şampiyonlukların mimarları Şenol Güneş, Turgay Semercioğlu, Necati Özçağlayan, Tuncay Soyak, Şenol Ustaömer, Güngör Şahinkaya, İskender Günen ve diğer yıldızların en fazla kazananı cebine 4,5 milyon lira koyuyordu. Takım başarısının altındaki ekonomik denge bir anda yerle bir olmuştu. Zaten içten içe homurdanmalar başlamıştı. Takım kötü oynadığında ya da yenildiğinde, “Parayı Osman alıyor, takımı kurtarsın” sözleri kulaktan kulağa yayılıyordu. Özyazıcı’nın da gönderilme biçimi bir vefasızlık ürünüydü. Mehmet Ali Yılmaz artık o kadar çok para kulübe aktarmıştı ki artık bunun altından kentin tüm bileşenleri bir araya gelse bile kalkamazdı. Tecrübeli yöneticiler adım adım etrafından çekilmeye başlamıştı. Çünkü dünün mahcup delikanlısı artık pek laf dinlemiyordu. Ya da etrafında güç ve paraya tapınan, yağdanlıkların sözleri daha çok etkili oluyordu.
Trabzonspor’da yapılan kongrelerde artık tecrübeli, etkili isimler görev almak istemiyordu. Ama yöneticilikle hiç ilgisi olmayanlar ise koltukları kapışmak için sıraya giriyordu. Geçmişte bilge insanlar yönetici olmamak için ayak direrdi. Çünkü sorumluluğun ne kadar büyük olduğunu bilirdi. Şimdi ise yönetici olmak üzere aracı kullanan sayısız insan vardı. Nasılsa parayı Mehmet Ali Yılmaz verecek, onlar da yönetici kartviziti taşımanın keyfini yaşayacaktı. Trabzonspor’un doğru yönetilip yönetilmemesi umurlarında bile değildi. Bordo-Mavili takım 1984-85 sezonunda Ligde ve kupada şampiyonluk savaşı veriyordu. Ancak Ordu’da olaylı bir maçtan sonra bazı yöneticiler, Özkan Sümer tarafından otobüse alınmamıştı. Otobüse binmiş olan bir futbolcu babası da Sümer tarafından indirilmişti. Özkan Sümer ilkeleri olan, bunları biraz da belki de gereksiz aşırı sertlikle uygulayan bir yapıya sahipti. Ama büyük bir de otoriteydi. Böyle bir ismin kulağının çekilmesi, Yılmaz’ın yanına sığıntı olarak girmiş olan sözde yöneticileri çok mutlu edecekti. Tabii kafile Trabzon’a geldiğinde bu sözde yöneticiler ortalığı ayağa kaldırmıştı. Birçok yönetici Özkan Sümer’i Başkan Mehmet Ali Yılmaz’a abartılı bir şekilde de şikayet etmişti. O da, aklı başında bazı kişilerin uyarılarına rağmen, yönetim kurulu toplantısının ardından, Sümer’in savunmasını bile almadan işine son verildiğini açıklamıştı. Özkan Sümer’in tavrı ise, “Beni hasta yatağımdan idam sehpasına götürenler bunun hesabını verecekler” şeklindeydi. Ortalık birbirine girmişti. Takım hem kupadan, hem de lig şampiyonluğundan olurken, bir sezon sonra ise bu kez teknik direktör olarak Alman Jurgen Sundermann başa getirilmiş, yine Jergen Groh’ta yabancı transferi olarak gerçekleşmişti.
Mehmet Ali Yılmaz, Trabzonspor hassasiyeti olmayan ama kendi egolarına yenik düşenlerin çevresini sardığının farkında belki de değildi. Ya da her zengin ve güçlü insan gibi, kendisini uyaracak olanların değil, sırtını sıvazlayıp, önünde el-pençe divan duranları etrafını sarmasından hoşnuttu. Artık daha dün kapısından içeriye yüzü kızararak mahcup delikanlı olarak giren Yılmaz, tek güç olmuştu. Bu güç zehirlenmesinin ilk evreleriydi. Sonuçta Trabzonspor, kendisini var eden, büyüten, zirveye taşıyan misyonundan ve vizyonundan artık vazgeçerken adım adım bir tek adamın tekeline mahkum bir kulüp haline dönüşmüştü. Yılmaz; parasına ve gücüne saygı duyanların da doğru yolu göstermemesiyle birlikte artık kendisini kulübün sahibi görüyor ve, “Ben olmazsam Trabzonspor olmaz”, “Ben bu kulübün babasıyım” havasını estiriyor, hatta bunu dillendiriyordu da...
Bordo-Mavilileri ayağa kaldıracak, doğruya taşıyacak isimler ise ara sıra eleştirileriyle doğruyu gösterme çabası içindeydiler. Fakat bunlar da olabildiğince de kulüpten ve Mehmet Ali Yılmaz’dan uzak kalmayı tercih ediyorlardı. Ancak aklı başında herkes Mehmet Ali Yılmaz’ın çevresinin etkisiyle birlikte yarattığı tablonun ve ortaya koyduğu vizyonun kulübün de kendisinin de felaketi olacağından adı gibi emindi. Camia, “Parayı bir kişi veriyorsa, o kulübü ortak yönetemezsiniz” noktasına gelmişti ama artık iş işten geçmişti. Üreten, ürettiğiyle büyüyen Trabzonspor artık yoktu. Tüketmeye alışmış, bunu da Mehmet Ali Yılmaz’ın cebinden çıkan parayla sağlayan kendinden vazgeçmiş bir kulüp enkazı ortadaydı… KULÜBÜN KURUCU BAŞKANINI KAPIDA BEKLETİYORDU Mehmet Ali Yılmaz eylemleriyle ve verdiği parayla birlikte Trabzonspor’a o kadar büyük hizmetler verdiğini düşünmeye başlamıştı ki kendisine karşı yapılan cılız eleştirilerde bile artık küplere biniyor, “Ben bu kulübe her şeyimi veriyorum ama kıymetim bilinmiyor” diyerek tepki gösteriyor, kongrede aday olmayacağını söyleyerek rest çekiyordu. Tabii ki artık ekonomik açıdan tümüyle Yılmaz’a bağımlı hale gelmiş bir kulüp vardı ortada… Zaten tesislere ismi verilmişti ama sırf onu mutlu ve teşvik edebilmek için Onursal Başkanlık unvanına da layık görülmüştü. Parasının öneminin farkına varan kulübün ileri gelenleri bile artık karşısında ceketini ilikler duruma gelmişti. Doğal olarak Mehmet Ali Yılmaz’ın da ayakları yerden kesilmiş ve kendisini tek ve vazgeçilmez güç olarak kabul ediyordu. Kongrede aday olmayacağı zaman, kulübün kurucu başkanlarından Rıfat Dedeoğlu, Divan Kurulu Başkanı olarak yanına Divan yöneticilerini ve şehrin ileri gelenlerini de alarak İstanbul’un yolunu tutuyordu. Yılmaz ile bazen günlerce görüşemiyor, Tek-Art Holding’de kapısında bekliyorlardı. Mehmet Ali Yılmaz’ın keyfi yerine geldikten sonra da yapılan görüşmelerin ardından da ikna edilerek yine başkanlık koltuğuna oturmayı kabul ediyordu.
Mehmet Ali Yılmaz 1988 yılında kesinlikle başkan olmayacağını ve artık yorulduğunu söylemişti. Onun yönetiminde de yer alan Mazhar Afacan aday olmak istiyordu. Kendisinden izin istemiş ve destek talebinde bulunmuştu. Mehmet Ali Yılmaz desteği verince adaylığını açıklama cesareti gösterebilmişti. Ancak Yılmaz bir açıklama yaparak, “Eğer Mazhar Afacan seçilirse kulübe her türlü desteği veririm. Ama karşısına bir aday çıkar ve kazanırsa alacaklarım için temlik koyarım” şeklinde tavır sergilemiş ve artık kendi yokluğunda bile kimin başkan olacağının kararını da verme noktasına varmıştı. Zaten vekaleti de Turan Alp’teydi ve bu isim de sürekli, “Yılmaz’ı zor tutuyorum, her an temlik yürürlüğe girer” diye camiaya aba altından sopa gösteriyordu. ARTIK POLİTİKADA KAPILAR ONA ARDINA KADAR AÇIKTI Mehmet Ali Yılmaz artık, “Ben olmazsam bu kulüp biter” modundaydı ve buna da sebep olan paralı başkanların kulübü hangi noktalara taşıyacağını anlamakta zorlanan Trabzon kentinin dinamikleri, küçük burjuvazisiydi. Daha sonra kendisiyle büyük tartışmalar yaşayacak olan ve Trabzonspor’da çok etkili kabul edilen Faruk Nafız Özak, benim gibi bir gazetecinin bile Yılmaz’a yaptığı eleştirilere karşı, “Adnan, bu Mehmet Ali Bey ve Sadri Bey (Şener) hakkında çok eleştiri yapmayın. Bunlar olmazsa küme düşeriz” deme noktasına gelmişti. Özak’a o gün, “Keşke küme düşsek te, bu kulüp kişilerin tekelinden kurtulsa ve kendi misyonuyla yeniden büyük olabilmeyi başarabilse… Mehmet Ali Yılmaz büyük paralar veriyor ama yaptığı yanlış transferlerin maliyeti, verdiğinin kat kat üzerinde” demek zorunda kalıyordum ama kimseye bir gerçeği anlatamıyordum…
Tabii ki bu kadar önemli bir isim haline dönüşen ve kendisini Trabzonspor’un sahibi gören Mehmet Ali Yılmaz’a her yerde kapılar ardına kadar açıktı. Mazhar Afacan başkanlık koltuğunda bir yıl dayanabilmiş, camianın önde gelenleri yine Mehmet Ali Yılmaz’a gitmiş ve koltuğa bir kez daha oturmasının zeminini hazırlamıştı. Fakat Yılmaz’a Trabzonspor başkanlık koltuğu artık yetmiyordu. Sonuçta 1991 seçimleri öncesinde DYP’nin efsanevi lideri Süleyman Demirel kendisine milletvekilliği teklif ediyordu. Yılmaz severek bu öneriyi kabul ediyor ve politikaya ilk adımını atıyordu. Mehmet Ali Yılmaz ismiyle birlikte DYP’nin Trabzon’da tulum çıkaracağı düşünülmüştü. Fakat Yılmaz kıl payı milletvekili seçilmişti. Buna çok içerlemişti. Defalarca; “Ben bu kente ve Trabzonspor’a her şeyi verdim ama bu kent beni zor milletvekili seçti” diye sitem etmişti.
Oysa Trabzonspor’un başkalaşım göstermesinin en önemli sebebiydi. Giderken sayısız yere büyük borçlar bırakmıştı. Yani arkada bir enkaz yığını bulunuyordu. Ama bunlardan kendisini sorumlu hiç tutmadı. Kulübün tümüyle sahibi olduğunun havasını estirip, en kritik kararları kimseye danışma ihtiyacı duymadan verirken, kuşkusuz onunla yönetim yapanların sorumluluk alması söz konusu bile değildi. Yılmaz, “Kardeşim kasaba, manava, gazete bayisine bile olan borcu ben vermek zorunda mıyım?” deme noktasındaydı. Oysa kulübü tek adam olarak yönetmeye başlayıp, yöneticilik yeteneği olmayanların çevrenize toplaşmasıyla birlikte yaşadığınız bu gerçekleri kabullenmiş olmalıydınız. Ama Mehmet Ali Yılmaz yönetirken de, ilişkilerinde de hatasız bir insan olduğunu düşünüyordu. Bunu ona düşündüren sanırım çevresindeki liyakatsız insanlardı. Sonuç olarak kıl payı seçilmiş olmanın acısını hep hissetti. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olduğunda da, bu nedenle belki de kulübe en küçük bir destek vermekten bile kaçındı. Ama onun yokluğunda önce Sadri Şener, sonra Faruk Nafız Özak başkanlıklarında Trabzonspor tüm borçlarını ödeyip, kulübü her açıdan düzlüğe çıkarmışlardı. YENİDEN BAŞKAN OLDU FELAKETLER YAŞANDI Trabzonspor’da 1995-96 sezonunda kaçan şampiyonluk hiç hesapta yokken Mehmet Ali Yılmaz’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturmasına sebep oldu. Salih Alparslan başkan adayıydı. Ancak o da koltuğu dolduramamaktan korkuyordu. Mehmet Ali Yılmaz’a aday olmasını önerdi. Dönemin başkanı Faruk Nafız Özak da kapısını çaldı. Alparslan’ın başkan olmasındansa artık Türkiye Cumhuriyeti’nde Spor bakanlığı yapmış, futbolu özerkleştirmiş bir ismin kulübü iyi yöneteceği savıyla birlikte koltuğu Yılmaz’a devretme kararı almıştı. Kongreden önce bu konuyu konuştuğumda Mehmet Ali Yılmaz, “Kulübün anahtarını bana teslim etme kararı vermişler” demişti. Çok anlamlı ve ilginç sözdü. Ne yazık ki ilk ve ikinci görev döneminde 8 yıl koltukta kalmış, ilk yılında şampiyonluk yaşamış, onca yabancılaştırmaya, transfere rağmen takım bir kez bile lig üçüncülüğünün üzerine çıkamamasına, bir tek kupa kaldıramamasına rağmen yine kurtarıcı olarak görülen isimdi Mehmet Ali Yılmaz. Trabzon kenti kurtuluş formülüne yaklaşmışken yeni bir çözüm üretememiş, yine küçük burjuva kaypaklığıyla hareket etmenin faturasını ağır ödeyeceği sürece girmişti.
Mehmet Ali Yılmaz Faruk Nafız Özak’a çok olumlu bakıyordu. Zaten güçlü bir kadro, kasada da 3 milyon dolar vardı. Ancak daha kongre tarihi gelmeden, “Ben uzun süredir camianın dışındayım. Bu nedenle yöneticilik yapabilecek isimler konusunda fikrim çok az” diyerek Özak’tan yönetim için isimönermesini istiyordu. Özak’ın, yöneticilik önerdiği isimlere, “Ancak Mehmet Ali Yılmaz ile çalışmak çok zordur” dediğine dair bilgiler gitmişti Yılmaz’ın kulağına… Bu durum onu küplere bindirmişti. Faruk Nafız Özak ve ona yakın isimlerle köprüleri hemen atmıştı. Mehmet Ali Yılmaz geldiği gibi yine bildiğini okuyor, kulübün kasasındaki paralar suyunu çekiyor. Birçok yıldız oyuncuyu satıyor, işe pek yaramayan sayısız oyuncuyu kadroya katıyor ama yine Trabzonspor bir türlü istenen başarıları elde edemiyordu. Tribünlerden yükselen, “Yılmaz başkan, Trabzon şampiyon” sloganı havada kalıyordu hep… Dünya kulübü iddiasıyla kolları sıvayan Mehmet Ali Yılmaz ne yazık ki Bordo-Mavililerin Süper Lig şampiyonluğu özlemini bile giderecek başarıya ulaşmasını sağlayamamanın büyük acısını yaşıyordu. 2000 KONGRESİ VE SAVAŞ İLANI Mehmet Ali Yılmaz, Şenol Güneş, Yılmaz Vural, Gordon Milne, Ahmet Suat Özyazıcı derken, Giray Bulak’ı teknik direktörlük görevine getirmişti. Özkan Sümer ise altyapı sorumlusuydu. Ancak Sümer’den de rahatsızdı. Altyapıyı üst yapıya bağlama kararıyla birlikte istifa eden Özkan Sümer ise bu isme savaş açmıştı. Fakat aynı Sümer daha önce defalarca yerden yere vurduğu ve Trabzonspor’u uçuruma götürdüğünü söylediği Yılmaz ile kaç kez çalışmaktan geri durmamıştı. Mehmet Ali Yılmaz ise, “Parayla susturuyorum onu” demekten geri durmuyordu. Bu noktada çok eleştirdiğimiz Sümer de, “Mehmet Ali Yılmaz’ı böyle kabul edeceğiz” diyerek ilkeleri adına sınıfta kalacağı sözler sarf ediyordu. Fakat son olay onu dönülmez bir yola sürüklemişti. 31 Aralık 2000 tarihinde yapılacak kongrede Mehmet Ali Yılmaz’ın karşısına çıkacak tek bir babayiğit çıkmıyordu. Özkan Sümer’in gitmediği, ikna etmeye çalışmadığı isim neredeyse yoktu. Sonuçta, “Ben aday olayım destekleyin” demek zorunda kaldı. Bu kabul edildi.
Yapılan tarihi kongrede Özkan Sümer, Mehmet Ali Yılmaz gibi yenilmez bir ismi sandıkta mağlup etmişti. İşte bunu Yılmaz hiç hazmedemedi ve bağışlamadı. “Beni memuruma ezdirdiler” diyerek Trabzonspor camiasına büyük bir tepki duyduğunu gösteriyordu. Zaten kongreden kısa süre önce 19 milyon 780 bin dolar, 9 milyon 870 bin dolarlık iki çekle birlikte bir de 20 milyon 400 bin dolarlık bir temlik hakkı kendisine yönetim tarafından verilmişti. Kongre günü de, kongreden sonrasında da büyük gerilimler yaşanıyordu. Mehmet Ali Yılmaz, “Üç ay sonra kulübün anahtarını yine bana teslim ederler” diye çok iddialı sözler söylüyordu. Yılmaz öfkelendiğinde her şeyi yakıp yıkmaktan çekinmeyen ama siniri geçtiğinde yumuşacık duygusal bir insan profili çiziyordu. Kongrede yenilmenin öfkesi içinde hiç ama hiç dinmedi. Sümer başkan seçildikten sonra aylarca korumalarla dolaşmak zorunda kaldı. KONGREDE SÜMER’E YENİLMESİ ÖFKESİNİ KABARTMIŞTI Uzun mahkeme süreçleri yaşandı. Fakat mahkemeler ve uzlaşma arayışlarının ardından Mehmet Ali Yılmaz, kulüpten tek lira alacağının olmadığına dair evraka imza atarak köşesine çekilme kararı verdi ama onun adına Trabzonspor yönetimine savaş açanlar hiç boş durmuyordu. Ama kulübe de, yönetenlere de, başta Faruk Nafız Özak olmak üzere birçok kişiye büyük tepki duyuyordu. Onursal başkan olmasına, tesislerde isminin yazılı bulunmasına rağmen hiçbir konuda bir daha Trabzonspor’un yanında yer almayı düşünmedi. Şike sürecinde bile Trabzon kentiyle birlikte ortak tepki koymayı bile düşünmedi. Sadece Atay Aktuğ döneminde eski başkanları bir araya getirilme çalışmalarında, Trabzon’a gelmiş ve bu toplantıya iştirak etmişti. Daha sonra da kente gelme ihtiyacı da hissetmemiş, hep ihanete uğradığı düşüncesini beyninde taşımıştı.
Özkan Sümer ve ekibi, kulüp adına 2000 kongresinden sonra verdikleri uzun soluklu mücadelenin ardından, “Trabzonspor hiç kimsenin cebine sığmaz” sözünü tarihe altın harflerle yazdırırken, Mehmet Ali Yılmaz’ın da başkanlık koltuğuna veda ettiği sürecin de taşları örülmüştü. Yılmaz yaptıkları ve yapmadıklarıyla, tavrıyla ve tarzıyla Trabzonspor tarihine adını yazdıran ve ansiklopedilere sığamayacak eylemlerin adamı olarak görülmelidir. Onun saf bir Anadolu delikanlısı olarak büyük hizmetler vermek için girdiği kulüpte tek adamlığa giden yola girmesindeki en önemli sorumlular ne yazık ki Trabzonspor camiasının vizyonsuz insanlarının çelişkili, güce ve paraya tapan tavırlarıdır. Yılmaz kendisine sınırsız güç atfedenlerin tavrıyla ‘Ben bu kulübün babasıyım’ sözüyle tek adama dönüştüren isimdi.
TRT kamerasının ve fotoğraf makinelerinin flaş ışıklarıyla bile sıkıldığı, yüzü kızardığı için konuşmaktan çekinen mahcup delikanlının, onlarca TV kamerasına konuşurken özgüvenli, herkese tepeden bakan bir figürün izdüşümüdür Mehmet Ali Yılmaz… Amacı hem kendine bir misyon edinmek, hem Trabzonspor aracılığıyla ülkenin ve dünyanın kalbine girmek olan genç bir delikanlının, gücü eline geçirdiğinde nasıl da kendisine koşulsuz biat edilmesini isteyen güçlü insanların simgelerinden biridir Yılmaz… Öfkelendiğinde yakıp yıkmaktan, öfkesi geçtiğinde herkese babalık yapmak isteğiyle yanıp tutuşan bir kimliğin adıdır Mehmet Ali Yılmaz… Yukarıda dedim ya, bunun sebebi parası ve gücü karşısında ezilenlerin silik ve, “emredersin, siz her şeyi doğru yaparsınız” diyenlerin tavrıydı.
Tarih geriye işlemez. Keşke farklı olabilseydi…
Mehmet Ali Yılmaz keşke o utangaç ve her şeyini Trabzonspor için verebilecek delikanlı olarak belleklerimizde kalsaydı. Ama olmadı!
Artık eksisiyle, artısıyla, eylemleriyle, tavrıyla, tarzıyla anılarda yaşamaya devam edecek.
Huzur içinde uyusun!
Hayatım boyunca hep güçlülerin karşısında durdum. Mehmet Ali Yılmaz da Türkiye’de, Trabzon’da ve Trabzonspor’da güçlüydü. Gücü temsil ederken de yönetim biçimiyle birçok yanlışa imza atıyordu bana göre. Fakat bir insan güçlüyken yanlışlarına karşı durabilme felsefem, o gücü kaybettiklerinde ve artık kimseye zarar verebilecek eylemler içinde olamayacakları sürece girdiklerinde nötr duruma geçerdi. Kuşkusuz eylemleriyle ilgili olarak konu açıldığında yine inandığım doğruları dile getirmekten çekinmediğim Merhum Mehmet Ali Yılmaz da, en azından son 15 yıl içinde Trabzonspor’a ne önemli zararları dokunabilen ne de yarar sağlayabilecek bir gücün temsilcisi değildi. Bu nedenle de ölümünün ardından kaleme alacağım bu yazıda elimden geldiği ölçüde objektif olmaya ve duygularımı değil, gerçekleri kaleme almaya çalışacağım. TRABZONSPOR ÇARESİZ BİR NOKTADAYKEN BAŞKAN YAPILDI Kuşkusuz Mehmet Ali Yılmaz, Trabzonspor’un kimliğinden, misyonundan ve vizyonundan uzaklaşmasının, kendine yabancılaşmasının en önemli sebebi olarak tarihteki yerini almıştır. Ancak şu unutulmasın ki Trabzon kenti, 12 Eylül faşist darbesinin hemen ardından başlayan yeni ekonomik, sosyal ve kültürel yapıdan kaynaklı olarak Bordo-Mavili kulüpten adım adım vazgeçmeye başlamıştı. Bu kulüp, tarihi büyük başarılara imza atıp, futbolda Anadolu ihtilalini yaparken imece usulüyle ayakta durup, İstanbul Saltanatına son vermişti. Ne yazık ki önce Mustafa Günaydın’ın, “Yöneticiler bıraksın dilenmeyi, ben 500 otobüsümle ve 10 milyon lirayla Trabzonspor’un emrindeyim” sözleriyle başkalaşım sürece önce kentte başlamıştı. Bu sözlerden sonra, Trabzonspor için yardım toplamak amacıyla sakağa çıkan yöneticilere artık dilenci muamelesi yapılmaya başlanmıştı. Destek taleplerine burun kıvrılırken, “Adam Trabzonspor’u parasıyla ayağa kaldıracak, bırakın bu para toplama işlerini” sözleriyle karşılaşıyorlardı yöneticiler…. Zaten Ahmet Celal Ataman başkanlığındaki yönetim de artık isyan noktasına gelmişti. Kongre kararı alınmış, paşasıyla kulübü abat edeceğine inanılan Günaydın başkan seçilmişti. Fakat verdiği sözlerin hiçbirini yerine getirmemişti. Kulüp büyük sıkıntılar içinde debelenip duruyordu. HENÜZ 34 YAŞINDA UTANGAÇ BİR DELİKANLI
Gelinin noktada Trabzonspor’un sahipleri olarak kendilerini görenler yükün altından kalkamayacaklarını düşünüyorlardı. İbrahim Cevahir ise Trabzonspor’un İstanbul kanadındaki en büyük gücüydü. Bir gün, “Benim param daha fazladır ama veremem. Mehmet Ali Yılmaz isimli bir genç var. Eli cebinden hiç çıkmaz. Gelin onu başkan yapalım, herkes rahat etsin” dediğinde insanlar önce burun kıvırmıştı. Çünkü herkes Mehmet Ali Yılmaz ismini ilk kez duyuyordu. Bordo-Mavili camianın önde gelenleri Mehmet Ali Yılmaz’ın ismini böyle duymuştu. O ise askeri ihalelere girerek büyük paralar kazanmış genç bir iş insanıydı aslında… İbrahim Cevahir onu ilk kez camia ile Trabzon Belediyesi’nde yapılan toplantıda kulübün ileri gelenlerine tanıtmıştı.. Yılmaz’ın ilk sözü, “Başkan seçildiğimde 20 milyon lira vermeye hazırım” olmuş, çeki de hemen orada kesmişti. Fakat, “Bu kulüp yönetme işlerinden anlamam. Burada bana iyi bir yönetim yapacaksınız” şartını koymuştu. Öneri hemen kabul edilmiş ve kollar sıvanmıştı.
Hiç kimse işin önünü arkasını düşünmemişti. Böyle bol keseden para veren bir insanın yarın, kulübe maliyetinin daha yüksek olup olmayacağına dair tek bir fikir bile ortaya atılmamıştı. Sonuçta Trabzonspor’un artık para diye bir sorunu olmayacaktı. Kimse de dilenci gibi ortalıkta dolaşmak zorunda kalmayacaktı. Para olduktan sonra nasılsa yönetim birikimi olanlar çok daha rahat yönetme başarısı gösterebilirlerdi.
Yapılan ilk kongrede de Mehmet Ali Yılmaz başkanlık koltuğuna otururken yaşı henüz 34’tü. Gencecik ve mahcup bir delikanlı havasıyla konuşurken yüzü kızaran utangaç yapıdaki bir Anadolu çocuğunu temsil ediyordu Yılmaz…Düşünün, ikinci kez başkan seçildiği kongrede bir tek TRT kamerasının ve fotoğraf makinelerinin flaşlarının ışıklarından bile rahatsız olmuş, “Bu şekilde konuşmakta zorlanıyorum” diyerek üyelere teşekkür edip, kürsüden inmişti. Gördüğü ilgi bile onu heyecanlandırıyor ve kitle karşısında konuşmasını engelleyebiliyordu. Ama Yılmaz, henüz gencecik bir delikanlıyken, çok büyük hayranlık duyduğu Trabzonspor’u kuran ve yaşatan efsane isimler tarafından el üstünde tutulmanın gururunu ve mutluluğunu yaşıyor, onlarla beraber olmanın anlatılmaz özgüvenini hissetmeye başlamıştı artık…. Onun da en büyük amacı Bordo-Mavili kulübü daha da büyütmek, Dünya çapında ses getirecek noktalara taşımaktı. Ancak bunun sadece paraları yollara sermeyle başarılabileceğine dair büyük bir yanılgısı vardı. Trabzonspor’un Türkiye’yi ayağa kaldıran büyük başarılarının sırrını derinliğine hiç incelememişti. Yılmaz göreve başladığı gibi söz verdiği parayı verdiği yönetime teslim etmiş, üstüne de 15 milyon lira daha eklemişti. HEMEN TESİSLEŞME HAMLESİNİ BAŞLATTI Trabzonspor, Türkiye’de hemen hemen her sezon şampiyon oluyordu. Mehmet Ali Yılmaz, parası bol ve ülke içinde ses getirmek için farklı işlere imza atmalıydı. Yani öyle eylemler yapmalıydı ki, ismi dalga dalga ülke sathına yayılmalı ve dünyanın en ücra köşesinde bile duyulmalıydı. Bordo-Mavili kulübün en büyük sorunu ise takımın çalışacak doğru dürüst sahasının bile olmaması ve modern bir tesise sahip bulunmamasıydı. Gerçi tüm Türkiye’nin temel sorunuydu bu… Yılmaz ise, hiç tereddüt etmeden parayı hemen hazır etmiş ve zaten Tek-Art Holding’in patronu yani İnşaat mühendisi olarak eyleme geçme kararı almıştı. Hemen yer bulunmuş, hava alanının altında tesis için ilk kazma vurulmuştu. Kuşkusuz bu eylem büyük ses getirdi. Trabzonspor camiası için Yılmaz artık bir fenomendi. Kentin de adeta seferberlik ilan etmesiyle birlikte tesisler adım adım yükseliyor, biri büyük ve çim, biri küçük ve toprak olmak üzere iki sahanın inşası hızla sürüyordu. Trabzonspor bu tesise kavuştuğunda artık Türkiye’de kimse önünde duramayacak, Avrupa’da ses getirecek başarılara imza atacaktı. Tüm hayaller bunun üzerine kuruluydu.
Tesisleri bir an önce bitirmeyi isteyen Mehmet Ali Yılmaz diğer yandan da transfer mevsiminde de varlığını hissettirmeliydi. Yaptığı ilk eylemlerden biri her zaman Trabzonspor’un yıldızlarına büyük paralar ödeyerek transfer eden Fenerbahçe’ye misillemede bulunmaktı. Ve bu kulübün en önemli yıldızı olan Trabzonlu Osman Denizci tam 50 milyon lira karşılığı Bordo-Mavili renklere kazandırıldı. Bu paranın 37,5 milyon lirası Fenerbahçe’ye, 12,5 milyon lirası ise Osman’a verilecekti. “Kimse bizden bir çivi bile sökemez” diyen Fenerbahçelilere, Yılmaz’ın yanıtı, “Biz çiviyi değil, evin temelini sökeriz” şeklindeydi. Kuşkusuz bu transfer Bordo-Mavililerin taraftarının gururunu okşamıştı. Çünkü her dönem yıldızlarını elinden alan Fenerbahçe’nin artık en önemli oyuncularını renklerine katabilen bir Trabzonspor vardı. Yani büyük bir psikolojik üstünlük söz konusuydu. Bu da yetmemiş, Samsunspor’dan Dobi Hasan (Şengün), Rizespor’dan Hasan Vezir, İsmail Hakkı ve Küçük Osman transfer edilmişti. Bu transferleri yapan Mehmet Ali Yılmaz artık kahraman gibi görülüyordu. Trabzon kentinde de, kulüp yönetiminde de bayram havası esiyordu. Artık hiçbir yönetici elini cebine bile sokmadan, sokaklarda teberru peşinde koşmadan, İstanbul, Ankara ya da Trabzon’da yardım geceleri düzenlemeden, sinema biletlerinden, İran’a giden kamyonlardan, Fiskobirlik’te üreticiden her hangi bir pay almadan, sigara, çay üretmeden ödemeler tıkır tıkır yapılıyor, her şey harika gidiyordu. Artık yönetenlerin bir eli yağda bir eli baldaydı. Oysa fazladan bonkörce dağıtılan para, bir kurumun, hatta toplumun satın alınmasının bedeli olduğunun farkında bile değillerdi. Birkaç aklı başında eski yönetici dışında kimse de bunu dikkate bile almıyordu. ÇEVRESİ PARA VE GÜCE TAPANLARCA KUŞATILDI Mehmet Ali Yılmaz bunlarla da yetinmiyordu. Kulübün bir yandan da altyapısında hummalı çalışmalar da yürütülmeliydi. Bu nedenle de artık Galatasaray’a çalıştırmaya başlayan Özkan Sümer de yüklü bir para karşılığı yeniden bünyeye katılmıştı. Sümer’e ödenen para, Profesyonel takımı çalıştıran ve takıma 1983-84 sezonunda takıma 4 kupa kazandıran Ahmet Suat Özyazıcı’dan fazlaydı. Yapılan bu eylemlerin tümünün kulübün prestijini yükselttiği ve başarıya giden yolun taşlarının örüldüğü düşünülüyordu ama aslında temeline dinamit konulmasının ilk işaretleriydi. Takım 1983-84 sezonunda şampiyon olmuştu. Kupayı kazanmış, Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda da fırtınalar estirmişti. Trabzonspor 3 kupayla sezonu tamamlayınca, artık her şeyin doğru yapıldığı inancı pekişmişti. Mehmet Ali Yılmaz’ın ise çevresi paraya ve güce tapınanlar tarafından çevrelenmeye başlanmıştı. O zaten sadece Trabzonspor’a para vermiyordu. Akşam restoranlarda yapılan eğlencelerin faturasını üstleniyor, birçok insanın ekonomik ya da farklı yardım taleplerine anında olumlu yanıt veriyor ve yüksek gönüllülüğü ile garip kuşun yuvasını yapan bir dev insana dönüşüyordu…
Tüm bunlar yaşanırken, kulübün de gelenekleri, görenekleri yavaş yavaş ortadan kaldırılmaya da başlanmıştı. Bunun ilk işaretlerinden biri de de Bordo-Mavili takım Hüseyin Avni Aker Stadı’nda son şampiyonluğunu elde ederken yaşanmıştı. Çünkü futbolcuların omuzlarında kupayla tur atan Teknik direktör Ahmet Suat Özyazıcı değil, Başkan Mehmet Ali Yılmaz’dı. Bunun geleneklere çok aykırı olduğunu bilmiyordu ve yıllarca da bu nedenle arkasından yadırganmış ama yüzüne karşı ne kadar iyi yaptığı anlatılmıştı. Hele çevresini saran çıkarcı gruplar, “Parayı siz veriyorsunuz, tüm sorunları siz sırtlıyorsunuz, kupayla da futbolcuların omuzlarında tabii ki siz olacaksınız” havasındaydılar. KULÜBÜ BAŞARIYA TAŞIYAN DÜZEN ADIM ADIM DEĞİŞİYOR Tabii tesisler de bitmişti. Artık Trabzonspor dünya kulübü olmalıydı. Bunun için de yoğun faaliyetler gerçekleştiriliyordu. Bu arada takıma 3 kupa kazandıran Ahmet Suat Özyazıcı ile görüşme gereği duyulmadan yollar ayrılmıştı. Özkan Sümer takımın başına getirilmişti. Osman Denizci 12,5 milyon lira yıllık kazanırken takımın efsaneleri ve şampiyonlukların mimarları Şenol Güneş, Turgay Semercioğlu, Necati Özçağlayan, Tuncay Soyak, Şenol Ustaömer, Güngör Şahinkaya, İskender Günen ve diğer yıldızların en fazla kazananı cebine 4,5 milyon lira koyuyordu. Takım başarısının altındaki ekonomik denge bir anda yerle bir olmuştu. Zaten içten içe homurdanmalar başlamıştı. Takım kötü oynadığında ya da yenildiğinde, “Parayı Osman alıyor, takımı kurtarsın” sözleri kulaktan kulağa yayılıyordu. Özyazıcı’nın da gönderilme biçimi bir vefasızlık ürünüydü. Mehmet Ali Yılmaz artık o kadar çok para kulübe aktarmıştı ki artık bunun altından kentin tüm bileşenleri bir araya gelse bile kalkamazdı. Tecrübeli yöneticiler adım adım etrafından çekilmeye başlamıştı. Çünkü dünün mahcup delikanlısı artık pek laf dinlemiyordu. Ya da etrafında güç ve paraya tapınan, yağdanlıkların sözleri daha çok etkili oluyordu.
Trabzonspor’da yapılan kongrelerde artık tecrübeli, etkili isimler görev almak istemiyordu. Ama yöneticilikle hiç ilgisi olmayanlar ise koltukları kapışmak için sıraya giriyordu. Geçmişte bilge insanlar yönetici olmamak için ayak direrdi. Çünkü sorumluluğun ne kadar büyük olduğunu bilirdi. Şimdi ise yönetici olmak üzere aracı kullanan sayısız insan vardı. Nasılsa parayı Mehmet Ali Yılmaz verecek, onlar da yönetici kartviziti taşımanın keyfini yaşayacaktı. Trabzonspor’un doğru yönetilip yönetilmemesi umurlarında bile değildi. Bordo-Mavili takım 1984-85 sezonunda Ligde ve kupada şampiyonluk savaşı veriyordu. Ancak Ordu’da olaylı bir maçtan sonra bazı yöneticiler, Özkan Sümer tarafından otobüse alınmamıştı. Otobüse binmiş olan bir futbolcu babası da Sümer tarafından indirilmişti. Özkan Sümer ilkeleri olan, bunları biraz da belki de gereksiz aşırı sertlikle uygulayan bir yapıya sahipti. Ama büyük bir de otoriteydi. Böyle bir ismin kulağının çekilmesi, Yılmaz’ın yanına sığıntı olarak girmiş olan sözde yöneticileri çok mutlu edecekti. Tabii kafile Trabzon’a geldiğinde bu sözde yöneticiler ortalığı ayağa kaldırmıştı. Birçok yönetici Özkan Sümer’i Başkan Mehmet Ali Yılmaz’a abartılı bir şekilde de şikayet etmişti. O da, aklı başında bazı kişilerin uyarılarına rağmen, yönetim kurulu toplantısının ardından, Sümer’in savunmasını bile almadan işine son verildiğini açıklamıştı. Özkan Sümer’in tavrı ise, “Beni hasta yatağımdan idam sehpasına götürenler bunun hesabını verecekler” şeklindeydi. Ortalık birbirine girmişti. Takım hem kupadan, hem de lig şampiyonluğundan olurken, bir sezon sonra ise bu kez teknik direktör olarak Alman Jurgen Sundermann başa getirilmiş, yine Jergen Groh’ta yabancı transferi olarak gerçekleşmişti.
Mehmet Ali Yılmaz, Trabzonspor hassasiyeti olmayan ama kendi egolarına yenik düşenlerin çevresini sardığının farkında belki de değildi. Ya da her zengin ve güçlü insan gibi, kendisini uyaracak olanların değil, sırtını sıvazlayıp, önünde el-pençe divan duranları etrafını sarmasından hoşnuttu. Artık daha dün kapısından içeriye yüzü kızararak mahcup delikanlı olarak giren Yılmaz, tek güç olmuştu. Bu güç zehirlenmesinin ilk evreleriydi. Sonuçta Trabzonspor, kendisini var eden, büyüten, zirveye taşıyan misyonundan ve vizyonundan artık vazgeçerken adım adım bir tek adamın tekeline mahkum bir kulüp haline dönüşmüştü. Yılmaz; parasına ve gücüne saygı duyanların da doğru yolu göstermemesiyle birlikte artık kendisini kulübün sahibi görüyor ve, “Ben olmazsam Trabzonspor olmaz”, “Ben bu kulübün babasıyım” havasını estiriyor, hatta bunu dillendiriyordu da...
Bordo-Mavilileri ayağa kaldıracak, doğruya taşıyacak isimler ise ara sıra eleştirileriyle doğruyu gösterme çabası içindeydiler. Fakat bunlar da olabildiğince de kulüpten ve Mehmet Ali Yılmaz’dan uzak kalmayı tercih ediyorlardı. Ancak aklı başında herkes Mehmet Ali Yılmaz’ın çevresinin etkisiyle birlikte yarattığı tablonun ve ortaya koyduğu vizyonun kulübün de kendisinin de felaketi olacağından adı gibi emindi. Camia, “Parayı bir kişi veriyorsa, o kulübü ortak yönetemezsiniz” noktasına gelmişti ama artık iş işten geçmişti. Üreten, ürettiğiyle büyüyen Trabzonspor artık yoktu. Tüketmeye alışmış, bunu da Mehmet Ali Yılmaz’ın cebinden çıkan parayla sağlayan kendinden vazgeçmiş bir kulüp enkazı ortadaydı… KULÜBÜN KURUCU BAŞKANINI KAPIDA BEKLETİYORDU Mehmet Ali Yılmaz eylemleriyle ve verdiği parayla birlikte Trabzonspor’a o kadar büyük hizmetler verdiğini düşünmeye başlamıştı ki kendisine karşı yapılan cılız eleştirilerde bile artık küplere biniyor, “Ben bu kulübe her şeyimi veriyorum ama kıymetim bilinmiyor” diyerek tepki gösteriyor, kongrede aday olmayacağını söyleyerek rest çekiyordu. Tabii ki artık ekonomik açıdan tümüyle Yılmaz’a bağımlı hale gelmiş bir kulüp vardı ortada… Zaten tesislere ismi verilmişti ama sırf onu mutlu ve teşvik edebilmek için Onursal Başkanlık unvanına da layık görülmüştü. Parasının öneminin farkına varan kulübün ileri gelenleri bile artık karşısında ceketini ilikler duruma gelmişti. Doğal olarak Mehmet Ali Yılmaz’ın da ayakları yerden kesilmiş ve kendisini tek ve vazgeçilmez güç olarak kabul ediyordu. Kongrede aday olmayacağı zaman, kulübün kurucu başkanlarından Rıfat Dedeoğlu, Divan Kurulu Başkanı olarak yanına Divan yöneticilerini ve şehrin ileri gelenlerini de alarak İstanbul’un yolunu tutuyordu. Yılmaz ile bazen günlerce görüşemiyor, Tek-Art Holding’de kapısında bekliyorlardı. Mehmet Ali Yılmaz’ın keyfi yerine geldikten sonra da yapılan görüşmelerin ardından da ikna edilerek yine başkanlık koltuğuna oturmayı kabul ediyordu.
Mehmet Ali Yılmaz 1988 yılında kesinlikle başkan olmayacağını ve artık yorulduğunu söylemişti. Onun yönetiminde de yer alan Mazhar Afacan aday olmak istiyordu. Kendisinden izin istemiş ve destek talebinde bulunmuştu. Mehmet Ali Yılmaz desteği verince adaylığını açıklama cesareti gösterebilmişti. Ancak Yılmaz bir açıklama yaparak, “Eğer Mazhar Afacan seçilirse kulübe her türlü desteği veririm. Ama karşısına bir aday çıkar ve kazanırsa alacaklarım için temlik koyarım” şeklinde tavır sergilemiş ve artık kendi yokluğunda bile kimin başkan olacağının kararını da verme noktasına varmıştı. Zaten vekaleti de Turan Alp’teydi ve bu isim de sürekli, “Yılmaz’ı zor tutuyorum, her an temlik yürürlüğe girer” diye camiaya aba altından sopa gösteriyordu. ARTIK POLİTİKADA KAPILAR ONA ARDINA KADAR AÇIKTI Mehmet Ali Yılmaz artık, “Ben olmazsam bu kulüp biter” modundaydı ve buna da sebep olan paralı başkanların kulübü hangi noktalara taşıyacağını anlamakta zorlanan Trabzon kentinin dinamikleri, küçük burjuvazisiydi. Daha sonra kendisiyle büyük tartışmalar yaşayacak olan ve Trabzonspor’da çok etkili kabul edilen Faruk Nafız Özak, benim gibi bir gazetecinin bile Yılmaz’a yaptığı eleştirilere karşı, “Adnan, bu Mehmet Ali Bey ve Sadri Bey (Şener) hakkında çok eleştiri yapmayın. Bunlar olmazsa küme düşeriz” deme noktasına gelmişti. Özak’a o gün, “Keşke küme düşsek te, bu kulüp kişilerin tekelinden kurtulsa ve kendi misyonuyla yeniden büyük olabilmeyi başarabilse… Mehmet Ali Yılmaz büyük paralar veriyor ama yaptığı yanlış transferlerin maliyeti, verdiğinin kat kat üzerinde” demek zorunda kalıyordum ama kimseye bir gerçeği anlatamıyordum…
Tabii ki bu kadar önemli bir isim haline dönüşen ve kendisini Trabzonspor’un sahibi gören Mehmet Ali Yılmaz’a her yerde kapılar ardına kadar açıktı. Mazhar Afacan başkanlık koltuğunda bir yıl dayanabilmiş, camianın önde gelenleri yine Mehmet Ali Yılmaz’a gitmiş ve koltuğa bir kez daha oturmasının zeminini hazırlamıştı. Fakat Yılmaz’a Trabzonspor başkanlık koltuğu artık yetmiyordu. Sonuçta 1991 seçimleri öncesinde DYP’nin efsanevi lideri Süleyman Demirel kendisine milletvekilliği teklif ediyordu. Yılmaz severek bu öneriyi kabul ediyor ve politikaya ilk adımını atıyordu. Mehmet Ali Yılmaz ismiyle birlikte DYP’nin Trabzon’da tulum çıkaracağı düşünülmüştü. Fakat Yılmaz kıl payı milletvekili seçilmişti. Buna çok içerlemişti. Defalarca; “Ben bu kente ve Trabzonspor’a her şeyi verdim ama bu kent beni zor milletvekili seçti” diye sitem etmişti.
Oysa Trabzonspor’un başkalaşım göstermesinin en önemli sebebiydi. Giderken sayısız yere büyük borçlar bırakmıştı. Yani arkada bir enkaz yığını bulunuyordu. Ama bunlardan kendisini sorumlu hiç tutmadı. Kulübün tümüyle sahibi olduğunun havasını estirip, en kritik kararları kimseye danışma ihtiyacı duymadan verirken, kuşkusuz onunla yönetim yapanların sorumluluk alması söz konusu bile değildi. Yılmaz, “Kardeşim kasaba, manava, gazete bayisine bile olan borcu ben vermek zorunda mıyım?” deme noktasındaydı. Oysa kulübü tek adam olarak yönetmeye başlayıp, yöneticilik yeteneği olmayanların çevrenize toplaşmasıyla birlikte yaşadığınız bu gerçekleri kabullenmiş olmalıydınız. Ama Mehmet Ali Yılmaz yönetirken de, ilişkilerinde de hatasız bir insan olduğunu düşünüyordu. Bunu ona düşündüren sanırım çevresindeki liyakatsız insanlardı. Sonuç olarak kıl payı seçilmiş olmanın acısını hep hissetti. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olduğunda da, bu nedenle belki de kulübe en küçük bir destek vermekten bile kaçındı. Ama onun yokluğunda önce Sadri Şener, sonra Faruk Nafız Özak başkanlıklarında Trabzonspor tüm borçlarını ödeyip, kulübü her açıdan düzlüğe çıkarmışlardı. YENİDEN BAŞKAN OLDU FELAKETLER YAŞANDI Trabzonspor’da 1995-96 sezonunda kaçan şampiyonluk hiç hesapta yokken Mehmet Ali Yılmaz’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturmasına sebep oldu. Salih Alparslan başkan adayıydı. Ancak o da koltuğu dolduramamaktan korkuyordu. Mehmet Ali Yılmaz’a aday olmasını önerdi. Dönemin başkanı Faruk Nafız Özak da kapısını çaldı. Alparslan’ın başkan olmasındansa artık Türkiye Cumhuriyeti’nde Spor bakanlığı yapmış, futbolu özerkleştirmiş bir ismin kulübü iyi yöneteceği savıyla birlikte koltuğu Yılmaz’a devretme kararı almıştı. Kongreden önce bu konuyu konuştuğumda Mehmet Ali Yılmaz, “Kulübün anahtarını bana teslim etme kararı vermişler” demişti. Çok anlamlı ve ilginç sözdü. Ne yazık ki ilk ve ikinci görev döneminde 8 yıl koltukta kalmış, ilk yılında şampiyonluk yaşamış, onca yabancılaştırmaya, transfere rağmen takım bir kez bile lig üçüncülüğünün üzerine çıkamamasına, bir tek kupa kaldıramamasına rağmen yine kurtarıcı olarak görülen isimdi Mehmet Ali Yılmaz. Trabzon kenti kurtuluş formülüne yaklaşmışken yeni bir çözüm üretememiş, yine küçük burjuva kaypaklığıyla hareket etmenin faturasını ağır ödeyeceği sürece girmişti.
Mehmet Ali Yılmaz Faruk Nafız Özak’a çok olumlu bakıyordu. Zaten güçlü bir kadro, kasada da 3 milyon dolar vardı. Ancak daha kongre tarihi gelmeden, “Ben uzun süredir camianın dışındayım. Bu nedenle yöneticilik yapabilecek isimler konusunda fikrim çok az” diyerek Özak’tan yönetim için isimönermesini istiyordu. Özak’ın, yöneticilik önerdiği isimlere, “Ancak Mehmet Ali Yılmaz ile çalışmak çok zordur” dediğine dair bilgiler gitmişti Yılmaz’ın kulağına… Bu durum onu küplere bindirmişti. Faruk Nafız Özak ve ona yakın isimlerle köprüleri hemen atmıştı. Mehmet Ali Yılmaz geldiği gibi yine bildiğini okuyor, kulübün kasasındaki paralar suyunu çekiyor. Birçok yıldız oyuncuyu satıyor, işe pek yaramayan sayısız oyuncuyu kadroya katıyor ama yine Trabzonspor bir türlü istenen başarıları elde edemiyordu. Tribünlerden yükselen, “Yılmaz başkan, Trabzon şampiyon” sloganı havada kalıyordu hep… Dünya kulübü iddiasıyla kolları sıvayan Mehmet Ali Yılmaz ne yazık ki Bordo-Mavililerin Süper Lig şampiyonluğu özlemini bile giderecek başarıya ulaşmasını sağlayamamanın büyük acısını yaşıyordu. 2000 KONGRESİ VE SAVAŞ İLANI Mehmet Ali Yılmaz, Şenol Güneş, Yılmaz Vural, Gordon Milne, Ahmet Suat Özyazıcı derken, Giray Bulak’ı teknik direktörlük görevine getirmişti. Özkan Sümer ise altyapı sorumlusuydu. Ancak Sümer’den de rahatsızdı. Altyapıyı üst yapıya bağlama kararıyla birlikte istifa eden Özkan Sümer ise bu isme savaş açmıştı. Fakat aynı Sümer daha önce defalarca yerden yere vurduğu ve Trabzonspor’u uçuruma götürdüğünü söylediği Yılmaz ile kaç kez çalışmaktan geri durmamıştı. Mehmet Ali Yılmaz ise, “Parayla susturuyorum onu” demekten geri durmuyordu. Bu noktada çok eleştirdiğimiz Sümer de, “Mehmet Ali Yılmaz’ı böyle kabul edeceğiz” diyerek ilkeleri adına sınıfta kalacağı sözler sarf ediyordu. Fakat son olay onu dönülmez bir yola sürüklemişti. 31 Aralık 2000 tarihinde yapılacak kongrede Mehmet Ali Yılmaz’ın karşısına çıkacak tek bir babayiğit çıkmıyordu. Özkan Sümer’in gitmediği, ikna etmeye çalışmadığı isim neredeyse yoktu. Sonuçta, “Ben aday olayım destekleyin” demek zorunda kaldı. Bu kabul edildi.
Yapılan tarihi kongrede Özkan Sümer, Mehmet Ali Yılmaz gibi yenilmez bir ismi sandıkta mağlup etmişti. İşte bunu Yılmaz hiç hazmedemedi ve bağışlamadı. “Beni memuruma ezdirdiler” diyerek Trabzonspor camiasına büyük bir tepki duyduğunu gösteriyordu. Zaten kongreden kısa süre önce 19 milyon 780 bin dolar, 9 milyon 870 bin dolarlık iki çekle birlikte bir de 20 milyon 400 bin dolarlık bir temlik hakkı kendisine yönetim tarafından verilmişti. Kongre günü de, kongreden sonrasında da büyük gerilimler yaşanıyordu. Mehmet Ali Yılmaz, “Üç ay sonra kulübün anahtarını yine bana teslim ederler” diye çok iddialı sözler söylüyordu. Yılmaz öfkelendiğinde her şeyi yakıp yıkmaktan çekinmeyen ama siniri geçtiğinde yumuşacık duygusal bir insan profili çiziyordu. Kongrede yenilmenin öfkesi içinde hiç ama hiç dinmedi. Sümer başkan seçildikten sonra aylarca korumalarla dolaşmak zorunda kaldı. KONGREDE SÜMER’E YENİLMESİ ÖFKESİNİ KABARTMIŞTI Uzun mahkeme süreçleri yaşandı. Fakat mahkemeler ve uzlaşma arayışlarının ardından Mehmet Ali Yılmaz, kulüpten tek lira alacağının olmadığına dair evraka imza atarak köşesine çekilme kararı verdi ama onun adına Trabzonspor yönetimine savaş açanlar hiç boş durmuyordu. Ama kulübe de, yönetenlere de, başta Faruk Nafız Özak olmak üzere birçok kişiye büyük tepki duyuyordu. Onursal başkan olmasına, tesislerde isminin yazılı bulunmasına rağmen hiçbir konuda bir daha Trabzonspor’un yanında yer almayı düşünmedi. Şike sürecinde bile Trabzon kentiyle birlikte ortak tepki koymayı bile düşünmedi. Sadece Atay Aktuğ döneminde eski başkanları bir araya getirilme çalışmalarında, Trabzon’a gelmiş ve bu toplantıya iştirak etmişti. Daha sonra da kente gelme ihtiyacı da hissetmemiş, hep ihanete uğradığı düşüncesini beyninde taşımıştı.
Özkan Sümer ve ekibi, kulüp adına 2000 kongresinden sonra verdikleri uzun soluklu mücadelenin ardından, “Trabzonspor hiç kimsenin cebine sığmaz” sözünü tarihe altın harflerle yazdırırken, Mehmet Ali Yılmaz’ın da başkanlık koltuğuna veda ettiği sürecin de taşları örülmüştü. Yılmaz yaptıkları ve yapmadıklarıyla, tavrıyla ve tarzıyla Trabzonspor tarihine adını yazdıran ve ansiklopedilere sığamayacak eylemlerin adamı olarak görülmelidir. Onun saf bir Anadolu delikanlısı olarak büyük hizmetler vermek için girdiği kulüpte tek adamlığa giden yola girmesindeki en önemli sorumlular ne yazık ki Trabzonspor camiasının vizyonsuz insanlarının çelişkili, güce ve paraya tapan tavırlarıdır. Yılmaz kendisine sınırsız güç atfedenlerin tavrıyla ‘Ben bu kulübün babasıyım’ sözüyle tek adama dönüştüren isimdi.
TRT kamerasının ve fotoğraf makinelerinin flaş ışıklarıyla bile sıkıldığı, yüzü kızardığı için konuşmaktan çekinen mahcup delikanlının, onlarca TV kamerasına konuşurken özgüvenli, herkese tepeden bakan bir figürün izdüşümüdür Mehmet Ali Yılmaz… Amacı hem kendine bir misyon edinmek, hem Trabzonspor aracılığıyla ülkenin ve dünyanın kalbine girmek olan genç bir delikanlının, gücü eline geçirdiğinde nasıl da kendisine koşulsuz biat edilmesini isteyen güçlü insanların simgelerinden biridir Yılmaz… Öfkelendiğinde yakıp yıkmaktan, öfkesi geçtiğinde herkese babalık yapmak isteğiyle yanıp tutuşan bir kimliğin adıdır Mehmet Ali Yılmaz… Yukarıda dedim ya, bunun sebebi parası ve gücü karşısında ezilenlerin silik ve, “emredersin, siz her şeyi doğru yaparsınız” diyenlerin tavrıydı.
Tarih geriye işlemez. Keşke farklı olabilseydi…
Mehmet Ali Yılmaz keşke o utangaç ve her şeyini Trabzonspor için verebilecek delikanlı olarak belleklerimizde kalsaydı. Ama olmadı!
Artık eksisiyle, artısıyla, eylemleriyle, tavrıyla, tarzıyla anılarda yaşamaya devam edecek.
Huzur içinde uyusun!
Trabzonsporun bu günlere geliş sürecini objektif değerlendirdim dostum.hala o hastalık paralı başkan hastalığı taraftardan yönetime devam ederken takım ekonomik uçuruma sürükleniyor kimin umurunda