Dünya’da salgın haline getirilen ve 1980’lere dayanan endüstriyel futbol deyimi kitlelere öylesine empoze edildi ki, sanki bilim insanları yeni bir buluşa imza atmışlar ve doğanın kirlenmesinin, tatlı suların azalmasının, insanın gerçekten insan gibi yaşayacağı bir dünya kurulmasına zemin hazırlamışlar ve herkesin buna koşulsuz uymasını isteyen baronlar tarafından adeta dayatıldı. Ya da tüm kötü hastalıkların, salgınların önüne geçecek ilaçlar bulunmuş, kimya sanayi toplumun sağlığını, kendi kişisel ekonomik çıkarlarının önünde tutan bir tavır sergilemiş gibi bu deyimin masumlaştırılması çabası gösterildi. Ya da dünya endüstriyel futbolla bir cennete dönüştürülmüş gibi bir hava yaratıldı… Oysa Endüstriyel futbol, insanın biraz daha makineleşmesine, paranın çok daha egemen olmasına, gücün, hukuku yerle bir etmesine neden olan ve futbolun masum yüzünü yerle bir edip, onu canavarlaşan bir metaya dönüştüren düşünce akımının pratiğe uygulanmış haliydi…
Kuşkusuz para her şeyin önüne geçince başta FİFA ve UEFA daha fazla gelir elde etmek için bin takla atmaktan geri durmadı… Organizasyonlarının sayısını artırdı, bu organizasyonlara katılan takımların sayıları her yıl biraz daha şişirildi. Bunu da kulüplere ya da ülkelere biraz daha fazla ekonomik kaynak aktararak sevimli hale getirme çabası gösterdi. Dünya Kupasına, Avrupa Şampiyonasına, Konfederasyon Kupasına katılan ülke sayıları çığ gibi büyüdü. UEFA bir de Uluslar Ligi diye bir şey icat etti. Sonra kulüpler bazında da etkinlikler ve bu etkinliklere katılan takım sayıları tavan yaptı. Şampiyonlar ligi, UEFA Avrupa Ligi, UEFA Konferans ligine katılmayan ülke takımlarını neredeyse değnekle kovalanacak duruma getirdiler. Sözde Mali Fair-Play uygulaması adı altında kendilerini aklama çabası gösterdiler ama dünya futbolunun en büyük kulüpleri bile bu endüstriyel futbol deyiminin icadından sonra borç batağının içine gömüldü. K:uşkusuz dünya ve Avrupa futbolunun patronları bunları yaparken, yerel federasyonlar ve kulüplerin de bundan etkilenmemesi söz konusu değildi. FUTBOLUN GERÇEK NİTELİĞİ ÇÖPE ATILDI Futbolun sağlıklı yaşama etkisi, sosyal topluma katkısı, insanları birleştiren, rekabet ettiren ama aynı zamanda kol kola yürümelerini sağlayan yönü tamamen unutuldu. Her şey paraya endekslendi. Sanki kasaya çok fazla paranın girmesi kulüplerin ekonomik olarak rahata kavuşacağına dair bir düşünceyi egemen kıldı ama bunun aslında bir safsata olduğu uygulamalarla ortaya çıktı. Çünkü kurulan sistem, bir yandan da tüketim ilişkilerinin çeşitlendirilmesi ve halkın bu noktada doymaz bir iştaha sahip olmasının sağlanmasıyla birlikte öyle bir hal aldı ki, futbol kulüpleri içinde dünyanın en iyisi olanın ve bir sezonda hem uluslararası, hem yerel anlamda 6-7 büyük kupayı kaldıranın bile transfer yapma zorunluluğu varmış gibi bir hava estirildi. Bakın Barcelona altyapısından yetişen isimlerle dünyanın uzun süre 1 Numarası oldu ama kendi devasa bütçesini bile aşan pahalı transfer politikası modasına uydu ve şimdi sıradan bir kulüp haline dönüştü ama borcu dağ gibi büyüdü. Manchester City geçen sezon harikalar yarattı ama çok sayıda transfer yapmaktan geri durmadı. Elindeki bazı değerli oyuncularla yolları ayırmaktan imtina etmedi.
Geçmişte futbolcuların büyük bölümü oynadıkları kulüplerde özdeşleşirdi. Bu futbolcular on yılın üzerinde aynı takımda oynamanın gururunu yaşadı. Rakip takımlara transfer olmanın masumiyetlerini zedeleyeceği düşüncesiyle futbolu gönül verdikleri takımlarda bırakmayı hayal etti. Peki endüstriyel futbolun virüs gibi beyinlere girmesinden sonra ne oldu? Takımlarda forma giyen futbolcuların yüzde 90’ı, aynı formayı neredeyse iki yıl üst üste giyemedi. Sürekli başka takımlara transfer oldular. Kulüpler de formalarıyla simgeleşen futbolcular yerine, sürekli değişken kadrolar oluşturdular. Bunu yaparken de transferini gerçekleştirdikleri futbolculara bütçeleri aşan paralar ödediler. Bu futbolcuların geldiği kulüplere fahiş bonservis bedelleri vermeyi bir marifet saydılar. Menajerler zenginleştirildi. Adeta menajerler kastı oluşturuldu. FUTBOL ENDRÜSTİYELLEŞTİ AMA EKONOMİ FELÇ OLDU Tüm bunlar yapılırken de kulüp ekonomileri yerle bir edildi. Bu durumda da gelirleri artırabilmek adına her yolun meşru olduğu düşüncesiyle hareket edildi. Yeni yeni organizasyonlarla kasalarına para girmesi için ellerinden geleni yaptılar. Bir ülkenin kupa final maçı, farklı bir ülkede oynanmasına dönük faaliyetler başladı. Özellikle futbolda ileri ülkelerin kulüpleri, bu alanda geri kalmış ama ekonomik açıdan güçlü ülkelerde organizasyonlar yapma, ya da yapılan organizasyonlara katılma adına tüm geleneklerinden, misyonlarından, vizyonlarından vazgeçmekten geri durmadılar. Bu olurken tabii ki Türkiye gibi ekonomisi kötü, hele kulüp ekonomisi felç olan bir ülkenin de bundan etkilenmemesi söz konusu değildi. Kulüpler ekonomik açıdan iflas noktasında olduğu için siyasi iktidara göbekten bağlı bir tutum sergilemek durumunda kaldılar. Kulüplerin başkanlarını, yöneticilerini siyasi iktidarın güçlü aktörleri belirlemeye başladı. Bu yetmedi, birçok kulübün teknik adamının kim olacağına da bu güç karar verdi. O da yetmedi, transferde bile hangi menajerden futbolcu alınacağını adeta dayatan ve kendisini güçlü siyasetin temsilcisi gösteren kimlikler, kişilikler ortaya çıktı. Siyasete göbekten bağlı kulüplere, Türkiye Futbol Federasyonu başkanını dayatmaktan geri durmadılar.
Sadece TFF başkanını değil, yöneticilerini, tüm kurulların başkan ve yöneticilerini de siyasetten icazet almışlar oluşturdular. Bu durumda da paraya tapınan, siyasi iktidarın emir eri olmayı kabul etmiş olanların yapacağı eylemlerden biri de daha çok gelir elde etmek ve “futbolumuzu pazarlıyoruz” adı altında ülkenin prestijini yerle bir edecek organizasyonlara imza atmak olurdu. İşte geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ta oynanması gereken Türkcell Süper Kupa finalinde yaşananlar da tüm bu gelişim sürecinin bir sonucudur. Yani bu olaylar paraya tapınan, siyasetin her dediğini yapmayı bir görev olarak algılayan futbolu ve kulüpleri yönetenlerin yarattığı bir krizden başka bir şey değildir.
Ancak bazen bir kırmızı çizgi ortaya çıkar ve tüm planlamaları, paranın gücünü, kendini dev aynasında görenleri kıs kıs güldüren eylemlerin sonunu getirir ve paramparça eder, tarihin çöp kutusuna gönderir.
Tıpkı Türkcell Süper Kupa finalinde yaşandığı gibi… PARA İÇİN HER ŞEYİNİ SATANLARA DERS OLSUN Suudi Arabistan gibi futbol kültürü daha dün başlayan ama hiçbir üretim yapmadan, Batı ülkelerinin teknolojisiyle birlikte ülkelerinin topraklarının altından çıkan petrole güvenerek kendilerine bir önem atfeden, paranın her sorunu çözeceğini düşünenlerin de, bunları paralarından dolayı el üstünde tutmak isteyen, dost olmak için yılışanlara da tokat gibi yanıtların verilebileceğini başta Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri olmak üzere, tüm Türkiye’de Cumhuriyet’i içselleştirmiş, Mustafa Kemal Atatürk’ü kurucu önder kabul etmiş olan on milyonlarca insan göstermiş oldu. Gerçek şudur ki ülke futbolunu ve insani değerlerini paraya ve Arap kültürüne tahvil etmeye çalışanlara büyük bir ders verilmiştir. Bu ayakta alkışlanmalıdır ancak bir Süper Kupa final maçını bile oynatmayı beceremeyenlerin vermesi gereken hesaplar vardır.
Bir kere sırf para kazanacaklar diye Galatasaray ve Fenerbahçe neden Suudi Arabistan’da maçı oynama teklifine Ağustos ayında ‘evet’ demişlerdir? Bu kulüplerin başkanları, Cumhuriyetin 100’ncü yılında Atatürk ve Cumhuriyet temalı bir organizasyon yapmaları gerektiğini, bunun da Suudi Arabistan gibi Türkiye, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtıı bir ülkede gerçekleştirmenin sakıncaları olduğunu taaa işin başında bilmiyor muydu? Bu kulüplerin Divan Kurulları, taraftarları ayağa kalkıp, “Cumhuriyetin 100’ncü yılında Süper Kupa maçı Türkiye’de oynansın. Atatürk Olimpiyat Stadı, Samsun 19 Mayıs Stadı, (Yeni Şehir) ya da Ankara’da oynamanın çok daha doğru olduğunu söyleyip, bunu adeta dayatınca mı akılları başına geldi? DÜŞMAN KARDEŞLERR BİLE ATATÜRK’TE BİRLEŞİYOR Türkiye’yi yönetenler bile Cumhuriyet ve Atatürk sayesinde bugün makam sahibi olduklarını unutup, bu ismi yok etmeye, unutturmaya çalışırken, Suudi Arabistan gibi Şeriatla yönetilen ve ülkemizin laik düzenine cepheden karşı olan bir ülkede böyle anlamlı bir yılda maç oynamanın sakıncalarını düşünemeyecek ve akılları sonradan başlarına gelecek yöneticiler acı ki futbol kulüplerimizin en büyük sorunlarıdır.
Son tahlilde, milyonlarca insan, kulüp başkanlarını ve yönetenlerini, ülkenin duyarlılıkları ve kırmızı çizgisi konusunda bir noktaya taşıyınca, Riyad’daki maça, Atatürk’süz çıkmama kararı artık zorunluluk olmuştur ve Ali Koç ile Dursun Özbek de halkın taleplerine duyarsız kalmamıştır. Bu kupa maçı Atatürk’süz oynanmazken, aynı zamanda Çöl Bedevileri bu yaşananlarla birlikte tek değer yargısının para olmadığını, birçok ülkenin kendine özgü ilkeleri ve kırmızı çizgileri bulunduğunu anlamıştır. Umarız Türkiye halkının yarattığı bu tablo, Arap yarımadası halklarının da uyanmasına vesile olur. Ve bu olay, bir yandan İslam dinini kullanan, diğer yandan ülkelerini Batı Emperyalistlerine pazarlayarak Karun gibi zengin olmuş altın klozetler, küvetler kullanan, saraylarında her türlü alemi yapmaktan geri durmayan yöneticilerinin iki yüzlü tavırlarına karşı bir duruş sergilemeleri gerektiğine dönük beyinsel fonksiyonlarına önemli katkı yapar.
Son sözüm de, Ülkeyi ve futbolu yönetenlere; Siz istediğiniz kadar yok saymaya çalışın ama bugün oturduğunuz koltukların tek sebebi olan ve bu Cumhuriyeti kuran kadronun lideri Mustafa Kemal Atatürk Anıtkabir’de yatarken, ona ölümüne bağlı halk karşınıza çıkar ve tüm planlarınızı yerle bir eder. Bunu sakın unutmayın! Her koşulda birbirleriyle didişmeye, kavga etmeye, çatışmaya hazır olan insanları futbol sahalarında bile birleştirebilen en önemli unsurun Atatürk olduğunu o beyinlerinize artık sokun olur mu? İsmini ders kitaplarından çıkarmaya yeldenseniz de, statlardan, parklardan, bahçelerden, meydanlardan, sanat binalarından silmeye çalışsanız da, kurduğu laik sistemi tırtıklayıp, yok etme çabası gösterseniz de, hiç ummadığınız anda karşınıza dikileceği gerçeğiyle artık yüzleşin olur mu? Riyad’ta yaşananlar ve o eylemin izdüşümleri size ders olsun ve hep hatırlayın olur mu?
Bu duygular içinde, büyük acılarla geride bıraktığımız 2023’e veda ederken, 2024’un tüm Türkiye ve dünya halklarının daha barışçıl, daha adil bir yer kürede yaşayacağı döneme ilk adımın atılacağı yıl olması dileğim…
Saygılarımla…
Kuşkusuz para her şeyin önüne geçince başta FİFA ve UEFA daha fazla gelir elde etmek için bin takla atmaktan geri durmadı… Organizasyonlarının sayısını artırdı, bu organizasyonlara katılan takımların sayıları her yıl biraz daha şişirildi. Bunu da kulüplere ya da ülkelere biraz daha fazla ekonomik kaynak aktararak sevimli hale getirme çabası gösterdi. Dünya Kupasına, Avrupa Şampiyonasına, Konfederasyon Kupasına katılan ülke sayıları çığ gibi büyüdü. UEFA bir de Uluslar Ligi diye bir şey icat etti. Sonra kulüpler bazında da etkinlikler ve bu etkinliklere katılan takım sayıları tavan yaptı. Şampiyonlar ligi, UEFA Avrupa Ligi, UEFA Konferans ligine katılmayan ülke takımlarını neredeyse değnekle kovalanacak duruma getirdiler. Sözde Mali Fair-Play uygulaması adı altında kendilerini aklama çabası gösterdiler ama dünya futbolunun en büyük kulüpleri bile bu endüstriyel futbol deyiminin icadından sonra borç batağının içine gömüldü. K:uşkusuz dünya ve Avrupa futbolunun patronları bunları yaparken, yerel federasyonlar ve kulüplerin de bundan etkilenmemesi söz konusu değildi. FUTBOLUN GERÇEK NİTELİĞİ ÇÖPE ATILDI Futbolun sağlıklı yaşama etkisi, sosyal topluma katkısı, insanları birleştiren, rekabet ettiren ama aynı zamanda kol kola yürümelerini sağlayan yönü tamamen unutuldu. Her şey paraya endekslendi. Sanki kasaya çok fazla paranın girmesi kulüplerin ekonomik olarak rahata kavuşacağına dair bir düşünceyi egemen kıldı ama bunun aslında bir safsata olduğu uygulamalarla ortaya çıktı. Çünkü kurulan sistem, bir yandan da tüketim ilişkilerinin çeşitlendirilmesi ve halkın bu noktada doymaz bir iştaha sahip olmasının sağlanmasıyla birlikte öyle bir hal aldı ki, futbol kulüpleri içinde dünyanın en iyisi olanın ve bir sezonda hem uluslararası, hem yerel anlamda 6-7 büyük kupayı kaldıranın bile transfer yapma zorunluluğu varmış gibi bir hava estirildi. Bakın Barcelona altyapısından yetişen isimlerle dünyanın uzun süre 1 Numarası oldu ama kendi devasa bütçesini bile aşan pahalı transfer politikası modasına uydu ve şimdi sıradan bir kulüp haline dönüştü ama borcu dağ gibi büyüdü. Manchester City geçen sezon harikalar yarattı ama çok sayıda transfer yapmaktan geri durmadı. Elindeki bazı değerli oyuncularla yolları ayırmaktan imtina etmedi.
Geçmişte futbolcuların büyük bölümü oynadıkları kulüplerde özdeşleşirdi. Bu futbolcular on yılın üzerinde aynı takımda oynamanın gururunu yaşadı. Rakip takımlara transfer olmanın masumiyetlerini zedeleyeceği düşüncesiyle futbolu gönül verdikleri takımlarda bırakmayı hayal etti. Peki endüstriyel futbolun virüs gibi beyinlere girmesinden sonra ne oldu? Takımlarda forma giyen futbolcuların yüzde 90’ı, aynı formayı neredeyse iki yıl üst üste giyemedi. Sürekli başka takımlara transfer oldular. Kulüpler de formalarıyla simgeleşen futbolcular yerine, sürekli değişken kadrolar oluşturdular. Bunu yaparken de transferini gerçekleştirdikleri futbolculara bütçeleri aşan paralar ödediler. Bu futbolcuların geldiği kulüplere fahiş bonservis bedelleri vermeyi bir marifet saydılar. Menajerler zenginleştirildi. Adeta menajerler kastı oluşturuldu. FUTBOL ENDRÜSTİYELLEŞTİ AMA EKONOMİ FELÇ OLDU Tüm bunlar yapılırken de kulüp ekonomileri yerle bir edildi. Bu durumda da gelirleri artırabilmek adına her yolun meşru olduğu düşüncesiyle hareket edildi. Yeni yeni organizasyonlarla kasalarına para girmesi için ellerinden geleni yaptılar. Bir ülkenin kupa final maçı, farklı bir ülkede oynanmasına dönük faaliyetler başladı. Özellikle futbolda ileri ülkelerin kulüpleri, bu alanda geri kalmış ama ekonomik açıdan güçlü ülkelerde organizasyonlar yapma, ya da yapılan organizasyonlara katılma adına tüm geleneklerinden, misyonlarından, vizyonlarından vazgeçmekten geri durmadılar. Bu olurken tabii ki Türkiye gibi ekonomisi kötü, hele kulüp ekonomisi felç olan bir ülkenin de bundan etkilenmemesi söz konusu değildi. Kulüpler ekonomik açıdan iflas noktasında olduğu için siyasi iktidara göbekten bağlı bir tutum sergilemek durumunda kaldılar. Kulüplerin başkanlarını, yöneticilerini siyasi iktidarın güçlü aktörleri belirlemeye başladı. Bu yetmedi, birçok kulübün teknik adamının kim olacağına da bu güç karar verdi. O da yetmedi, transferde bile hangi menajerden futbolcu alınacağını adeta dayatan ve kendisini güçlü siyasetin temsilcisi gösteren kimlikler, kişilikler ortaya çıktı. Siyasete göbekten bağlı kulüplere, Türkiye Futbol Federasyonu başkanını dayatmaktan geri durmadılar.
Sadece TFF başkanını değil, yöneticilerini, tüm kurulların başkan ve yöneticilerini de siyasetten icazet almışlar oluşturdular. Bu durumda da paraya tapınan, siyasi iktidarın emir eri olmayı kabul etmiş olanların yapacağı eylemlerden biri de daha çok gelir elde etmek ve “futbolumuzu pazarlıyoruz” adı altında ülkenin prestijini yerle bir edecek organizasyonlara imza atmak olurdu. İşte geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’ta oynanması gereken Türkcell Süper Kupa finalinde yaşananlar da tüm bu gelişim sürecinin bir sonucudur. Yani bu olaylar paraya tapınan, siyasetin her dediğini yapmayı bir görev olarak algılayan futbolu ve kulüpleri yönetenlerin yarattığı bir krizden başka bir şey değildir.
Ancak bazen bir kırmızı çizgi ortaya çıkar ve tüm planlamaları, paranın gücünü, kendini dev aynasında görenleri kıs kıs güldüren eylemlerin sonunu getirir ve paramparça eder, tarihin çöp kutusuna gönderir.
Tıpkı Türkcell Süper Kupa finalinde yaşandığı gibi… PARA İÇİN HER ŞEYİNİ SATANLARA DERS OLSUN Suudi Arabistan gibi futbol kültürü daha dün başlayan ama hiçbir üretim yapmadan, Batı ülkelerinin teknolojisiyle birlikte ülkelerinin topraklarının altından çıkan petrole güvenerek kendilerine bir önem atfeden, paranın her sorunu çözeceğini düşünenlerin de, bunları paralarından dolayı el üstünde tutmak isteyen, dost olmak için yılışanlara da tokat gibi yanıtların verilebileceğini başta Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri olmak üzere, tüm Türkiye’de Cumhuriyet’i içselleştirmiş, Mustafa Kemal Atatürk’ü kurucu önder kabul etmiş olan on milyonlarca insan göstermiş oldu. Gerçek şudur ki ülke futbolunu ve insani değerlerini paraya ve Arap kültürüne tahvil etmeye çalışanlara büyük bir ders verilmiştir. Bu ayakta alkışlanmalıdır ancak bir Süper Kupa final maçını bile oynatmayı beceremeyenlerin vermesi gereken hesaplar vardır.
Bir kere sırf para kazanacaklar diye Galatasaray ve Fenerbahçe neden Suudi Arabistan’da maçı oynama teklifine Ağustos ayında ‘evet’ demişlerdir? Bu kulüplerin başkanları, Cumhuriyetin 100’ncü yılında Atatürk ve Cumhuriyet temalı bir organizasyon yapmaları gerektiğini, bunun da Suudi Arabistan gibi Türkiye, Cumhuriyet ve Atatürk karşıtıı bir ülkede gerçekleştirmenin sakıncaları olduğunu taaa işin başında bilmiyor muydu? Bu kulüplerin Divan Kurulları, taraftarları ayağa kalkıp, “Cumhuriyetin 100’ncü yılında Süper Kupa maçı Türkiye’de oynansın. Atatürk Olimpiyat Stadı, Samsun 19 Mayıs Stadı, (Yeni Şehir) ya da Ankara’da oynamanın çok daha doğru olduğunu söyleyip, bunu adeta dayatınca mı akılları başına geldi? DÜŞMAN KARDEŞLERR BİLE ATATÜRK’TE BİRLEŞİYOR Türkiye’yi yönetenler bile Cumhuriyet ve Atatürk sayesinde bugün makam sahibi olduklarını unutup, bu ismi yok etmeye, unutturmaya çalışırken, Suudi Arabistan gibi Şeriatla yönetilen ve ülkemizin laik düzenine cepheden karşı olan bir ülkede böyle anlamlı bir yılda maç oynamanın sakıncalarını düşünemeyecek ve akılları sonradan başlarına gelecek yöneticiler acı ki futbol kulüplerimizin en büyük sorunlarıdır.
Son tahlilde, milyonlarca insan, kulüp başkanlarını ve yönetenlerini, ülkenin duyarlılıkları ve kırmızı çizgisi konusunda bir noktaya taşıyınca, Riyad’daki maça, Atatürk’süz çıkmama kararı artık zorunluluk olmuştur ve Ali Koç ile Dursun Özbek de halkın taleplerine duyarsız kalmamıştır. Bu kupa maçı Atatürk’süz oynanmazken, aynı zamanda Çöl Bedevileri bu yaşananlarla birlikte tek değer yargısının para olmadığını, birçok ülkenin kendine özgü ilkeleri ve kırmızı çizgileri bulunduğunu anlamıştır. Umarız Türkiye halkının yarattığı bu tablo, Arap yarımadası halklarının da uyanmasına vesile olur. Ve bu olay, bir yandan İslam dinini kullanan, diğer yandan ülkelerini Batı Emperyalistlerine pazarlayarak Karun gibi zengin olmuş altın klozetler, küvetler kullanan, saraylarında her türlü alemi yapmaktan geri durmayan yöneticilerinin iki yüzlü tavırlarına karşı bir duruş sergilemeleri gerektiğine dönük beyinsel fonksiyonlarına önemli katkı yapar.
Son sözüm de, Ülkeyi ve futbolu yönetenlere; Siz istediğiniz kadar yok saymaya çalışın ama bugün oturduğunuz koltukların tek sebebi olan ve bu Cumhuriyeti kuran kadronun lideri Mustafa Kemal Atatürk Anıtkabir’de yatarken, ona ölümüne bağlı halk karşınıza çıkar ve tüm planlarınızı yerle bir eder. Bunu sakın unutmayın! Her koşulda birbirleriyle didişmeye, kavga etmeye, çatışmaya hazır olan insanları futbol sahalarında bile birleştirebilen en önemli unsurun Atatürk olduğunu o beyinlerinize artık sokun olur mu? İsmini ders kitaplarından çıkarmaya yeldenseniz de, statlardan, parklardan, bahçelerden, meydanlardan, sanat binalarından silmeye çalışsanız da, kurduğu laik sistemi tırtıklayıp, yok etme çabası gösterseniz de, hiç ummadığınız anda karşınıza dikileceği gerçeğiyle artık yüzleşin olur mu? Riyad’ta yaşananlar ve o eylemin izdüşümleri size ders olsun ve hep hatırlayın olur mu?
Bu duygular içinde, büyük acılarla geride bıraktığımız 2023’e veda ederken, 2024’un tüm Türkiye ve dünya halklarının daha barışçıl, daha adil bir yer kürede yaşayacağı döneme ilk adımın atılacağı yıl olması dileğim…
Saygılarımla…