Öyle bir yer ki insanlara kendini özel hissettirir. Asla cinsiyet, ırk, renk, dil, etnik köken, siyasi görüş olarak ayırt etmez. Sosyal statü ayrımcılığı yapmaz. Herkese sevgili gözüyle bakan, insanı hatıralara sevk eden çok özel bir yerdir. Kimbilir kaç nesil Ganita’da batan güneşi izlemiştir, hayallere dalıp özlem gidermiştir?
Yüz yıl geriye gitsen kendini yüz yıl ileride bulacağın ender yerlerden biridir. Kahvesi de çayı da farklıdır. Neşelisi, karamsarı, endişe ile yaşayanı da orada bulur kendini. Orada okuduğun kitap bir anda seni sessizce içine çeker. Bedenin sandalyede kalır, ruhun zaman tüneline girmişçesine kaybolur. İşte böyle bir yerdir Ganita!
Yıl 1973... Deniz kenarında bir bankta oturuyorum. Yerler balıksırtı karotaşı ile döşenmiş. Renkleri kırmızı beyaz... İç olukları henüz kirlenmemiş ve tertemiz. Sanki ilk ben basıyorum üzerlerine! Deniz üzerinden hafif bir esinti vuruyor yüzüme. Esintiden yosun kokusunu alıyorum. Derin derin nefes alıyorum yosun kokusunu içime hapsetmek için. Sahile, çakıl taşlarına vuran hafif dalgaların sesi birbiri peşine bana kadar geliyor. Yorgunluğumu uykuya çevirmek için ninni sesi gibi gelmeye başladı bana deniz dalgaları. Ha uyudum, ha uyuyacağım!
Uyumamak için başımı tombul kayaya doğru çevirdim. 'Oradaki hareketlilik uykumu kaçırır!' diye düşündüm. Bağırışlar içinde bir kişi suya atladı. Belli ki arkadaşları tarafından ikna edilmiş, ilk atlayışını yapmıştı. Arkasından bir kişi daha, bir kişi daha... Kayanın üstüne çıkan artık kendini mavi sulara bırakıyordu. Bu ne neşe, bu ne bağrışma... Suya kendini bırakanlar ruh sağlığına kavuşmuş gibi tertemiz çıkıyorlardı sudan. Tombul kayaya tekrar tırmanışlarından anlıyorum sudan dinç ve sağlıklı çıktıklarını.
Artık söylenen efsaneye inanmaya başladım. Gün batımında ruhen hasta olanı Ganita’da denize sokarlarmış. Güneş batarken onun sıkıntılarını alıp götürsün ve temiz bir ruh geriye bıraksın diye. Beden denizde temizlenirken ruh da yenilenirmiş o gün batımında! Kim bilir kaç kişi ruhunu yenilerken, kaç kişi de ruhunu orda teslim etmiştir?
Martılar deniz üzerinde gelinliklerini giymiş, kendilerini gösterircesine salına salına geziyorlar sahil şeridinde. Denizin sakinliğini yansıtırcasına hiç kanat çırpmadan, karda süzülen kayakçı gibi süzülüyorlar sakin denizin üstünde. Ne kadar kalabalık da olsalar hiçbiri diğerinin yoluna çıkmıyor. Karışık, ancak düzgün bir senkronizasyon içinde uçuyorlar. Bağrışmalarından bir şeyi kutladıklarını hissediyorum. Onlar da tombul kayadan kendini denize bırakanlar kadar neşeli ve sağlıklı görünüyor.
İnsanlar işten çıkmış, Taksim'den yavaş yavaş sahile geliyorlar. Hepsinin yüzü gülüyor, hepsinde bir samimiyet... Kimi Emperyal Gazinosunun balkonuna yöneldi, kimileri bahçesinde bulunan masalara doğru ilerledi. Kimileri benim tarafıma doğru sakin bir şekilde yürüyorlar. Herkes birbiriyle selamlaşıyor. Aralarında yabancı kimse yok gibi! Olsa da samimiyetten onlar da nasibini almış olacak ki fark edilmiyorlar. İnsan sayısı arttıkça sessizlik daha da artıyor. Sanki aralarında fısıldaşarak konuşuyorlar. Tabiatla insan tek vücut olmuş gibi ahenkli bir dans içindeler.
Artık herkes sahilde... Kimi kayalara oturuyor, kimi taş merdivenlerden çay bahçesine çıkmış, çaylarını yudumluyorlar oturdukları tahta sandalyelerin üzerinde. Büyük manzarayı görmek için herkes batıya dönmüş. Sudan çıkanların bazıları kurulanarak üstlerini giymiş, çay bahçesine doğru taş merdivenlerden çıkıyorlar. Bazıları da benim oturduğum banklara doğru yöneldiler Trabzon'un ufukta görülecek en güzel manzarasına şahitlik yapmak için. İnsanlar seremoni için sahaya çıkmış Trabzonspor kadrosuna bakar gibi hayranlıkla ufka bakıyorlar.
Yoroz Burnuna baktığımda güneş bütün ışıklarını toplamış, 'Ben gidiyorum!' dercesine bizlere bakıyor. Herkesin gözü ufuk çizgisinde batacak olan güneşe çevrilmiş, o muhteşem manzarayı kaçırmamak için pür dikkat batıya bakıyor. Artık güneş ufuk çizgisinin üstünde... Tepemde olduğundan nerdeyse iki kat daha büyük görüyorum güneşi. Elbette boyutlarında bir değişiklik olmadığını biliyorum. Yanılan beynim. Beynimin yanılması bu manzaranın görselini daha da muhteşem yapıyor. İnsanların gözü ufukta. Aklı ise kurduğu hayalin olması için tuttukları dilekte.
Etrafa yayılan kızıl ışık hüzmelerinin oluşturduğu görsel, ressamın tablosunu bitirmek için son dokunuşlarını andırıyor. Ufuk çizgisini yarılayan güneş, yeni umutların habercisi olsun diye bakıyorsun batan güneşe. Henüz seyrine doyamadan başka diyarları aydınlatmaya gitmiş gibi kayboluyor onu izleyenlerin bakışları arasından. Deniz Tanrısı Poseidon 'Size bu kadar güzellik yeter!' dercesine alıyor güneşi ufuk çizgisinden. İşte o an herkes yeni bir başlangıç yapacak gibi dönüyor yanındakine.
İnsanların hafızasında duygu patlamasına engel olamayacağı bir günbatımı manzarası kalıyor. Etrafımdaki insanların bakışından günbatımının sonsuza kadar sürmesini istiyor olduklarını anlıyorum. Bir anlık sessizlik, güneşin batmasıyla tekrar fısıldaşmalara dönüyor. Trabzonlu, bir gün batımını daha Ganita sahilinden yolculayarak akşam hayatına geçiş yapıyor.
Artık kimi sahilin kumundan ellerinde ayakkabılarıyla evine doğru yol alırken, kimi de Taksim'e doğru çıkıyor. Bazılarının kafasında yeni çıkan film olmuş olacak ki Uzunsokak'a sapıyorlar. Konuşmalarından gidilecek sinema Saray mı yoksa Konak mı olacağına orada karar verecekler.
Biliyorsunuz değil mi? Trabzon’un en güzel gün batımını Ganita’da izlerken gün doğumunu hiçbir zaman izleyemezsiniz!
Kaynak: Trabzonspor dergisi, Temmuz-Ağustos 2023 Sayı:209 Sayfa:74 Turhan Eyüboğlu