Futbol, sadece sahada oynanan bir oyun değil. Hakkaniyetin, emeğin, alın terinin karşılık bulduğu bir mücadeledir. Ancak gelin görün ki bazı kararlar, maçın önüne geçebiliyor. Özellikle Trabzonspor söz konusu olduğunda, hakem kararları yıllardır tartışılıyor. Bu sadece bugünün meselesi değil; geçmişte de böyleydi, şimdi de değişen pek bir şey yok.Hatırlarsanız, daha önce Antalya maçında yaşanan bir pozisyon çok konuşulmuştu. Hakem oyunu başlatıyor, ardından pozisyonun gol ihtimali olduğunu fark edince geri dönüp oyunu durduruyor. Fatih hoca konuşmaya başlayacaksa önce o pozisyondan konuşmaya başlayacak. bZira her şeyin başladığı yer, hakemin verdiği ilk karardır. O yüzden o pozisyondaki bir ismin konuşurken daha dikkatli olması gerekiyor. Pozisyonun ofsayt mı, penaltı mı olduğu tartışılmadan önce, hakemin süreci nasıl yönettiğine odaklanmak gerekiyor. O anda hakemin yanı başında bir başka hakem daha var. Yani karar, bireysel değil; birlikte alınan bir karar. Bu durumda, pozisyonun hakemler tarafından nasıl değerlendirildiği ve hangi niyetle karar verildiği daha da önem kazanıyor. Açık konuşmak gerekirse, Trabzonspor yıllardır sahada sadece rakibiyle değil, zaman zaman hakem kararlarıyla da mücadele ediyor. Bu mesele yeni değil. Bizim zamanımızda da aynı senaryolar yaşanırdı, şimdi de değişmedi. Hatta bazı dönemlerde bu tür hataların bilinçli mi, bilinçsiz mi yapıldığı tartışmaları bile gündeme gelir.
Futbolda sezonun temposu bazen öyle yoğunlaşır ki, kısa bir ara bile hem oyuncular hem de teknik ekip için nefes almak anlamına gelir. İşte bu nedenle, milli maç araları kulüpler açısından sadece dinlenme değil, aynı zamanda yeniden toparlanma ve eksikleri tamamlama fırsatıdır.Bana sorarsanız, bu dönem Trabzonspor için de oldukça faydalı geçebilir. Özellikle bazı oyuncularla tam anlamıyla çalışma fırsatının bugüne kadar yeterince bulunamaması, bu aranın önemini artırıyor. Elbette, milli takıma çağrılacak oyuncular kamp sürecinde takımdan ayrı olacak. Ancak kalan isimlerle daha planlı, daha verimli bir hazırlık süreci yürütülebilir.Kim milli takıma katılacak, kim kulüpte kalacak, bu detayları en iyi teknik direktör Fatih Hoca bilir. Ancak net olan bir şey var ki, önümüzde oldukça tempolu bir dönem var. Ligdeki zorlu maçlar bir yana, Türkiye Kupası da başlıyor. Bu da demek oluyor ki; fiziksel, taktiksel ve mental anlamda hazır olmayan takımlar çok çabuk geriye düşebilir.Bu noktada, milli aralar sadece fiziksel toparlanma değil; aynı zamanda stratejik bir hazırlık süreci olarak da değerlendirilmelidir. Doğru antrenman planlamasıyla, eksik bölgelerdeki uyum sorunları giderilebilir, genç oyunculara daha fazla süre tanınabilir ve takım içi rekabet artırılabilir.
Trabzonspor gibi kulüpler için altyapı sadece oyuncu yetiştirme merkezi değil, aynı zamanda bir kültürün taşıyıcısıdır. Bizler de bu altyapılardan yetişerek A takıma kadar geldik. Bu yüzden altyapıdan çıkan her genç oyuncuya, hak ettiği değerin ve şansın verilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü sadece eğitim almış olmak yetmez. Bu eğitimin karşılığını sahada test etmek gere.kir. Oyuncunun gelişimini görebilmek için ona fırsat tanımak şarttır. Nitekim Fatih Hoca da bu konuda duyarlı bir isim. Kendisi de altyapıdan yetişmiş biri olarak genç oyunculara daha fazla eğilen, onlara güvenen bir profil çiziyor. Ancak altyapıdan yetişen bir oyuncuya şans vermek tek başına yeterli değil. Oyuncunun da sahaya çıktığında görev bilinciyle hareket etmesi gerekir. İşte tam da bu noktada, Avrupa ile aramızdaki temel fark ortaya çıkıyor.Avrupalı oyuncular, saha içinde çok daha disiplinli bir yapı sergiliyor. Bu disiplin sadece oyun sistemine değil, görev bilincine de yansıyor. Onlar genelde oyunun gerektirdiği işi yapıyor; fazlasını değil, eksiksiz olanı... Bizde ise bu bilinç zaman zaman dağılabiliyor. Örnek vermek gerekirse; bir oyuncu sol kanatta başladığı pozisyonda oyuna kendini öyle kaptırıyor ki bir bakmışsınız sağ kanatta. Görev tanımı dışına çıkmak, bazen yaratıcılıkla karıştırılıyor. Oysa önemli olan, nerede ne yapılması gerektiğini bilmek.