Trabzonspor 1973’te yeni bir vizyon oluşturup, statükoyu yerle bir ederek büyük başarılara imza atarken, yardımlaşmanın, dayanışmanın ve karşılıksız sevginin ödülünü almıştı. Sonrasında bu vizyonu, tüm Türkiye’ye de örnek olacak şekilde kendi misyonuna dönüştürünce tüm büyüklere diz çöktüren, tek büyük Trabzonspor’u hepimize keyifle izletmişti. Ancak 12 Eylül faşist darbesinden sonra emperyalizmin ülkemizin üstüne kabus gibi çökmesi, üretim modelinden, tüketim modeline geçen ekonomik yapı, her değerimizi yerle bir ederken, bu noktada hiç diremeyen kurumlar ise futbol kulüpleri oldu. Her kulübün kendine özgü bir bakış açısı, değer yargıları ve bunlara büyük saygı gösterme anlayışı varken, bunların her biri adım adım ve çok da hızlı terk edildiler.
Sonuçta spor kulüpleri için en büyük değer ‘para ve güç’ oldu. Bu model en çok da Bordo-Mavili kulübe darbe vurdu. Küçük burjuva kent soylusu, köyden kente inmiş kendine ağa yakıştırması yapanlar ve devlet kadrolarındaki memurların egemen olduğu kent sisteme o kadar çabuk adapte oldu ki Trabzonspor’u da sadece ve sadece paraya ve güce tahvil edilecek bir nesne haline dönüştürdüler. Trabzonspor’da özellikle Mehmet Ali Yılmaz ile başlayan süreçte kişilere tapınma, parayı tanrılaştırma ve “En büyük değerimiz” denilen kulübü de bu iki unsurun aracı haline getirme süreci, Özkan Sümer’in 2000 kongresindeki başkaldırışıyla yerle bir olmuştu.
PARAYA VE GÜCE TESLİM OLMANIN SONUCU
O kongre ve sonrasında yaşananlara, “Devrim ve yeniden inşa” dönemi olarak bakılıyordu. Fakat para öylesine egemen, kulüpler ve futbol o kadar siyaset bataklığının içine gömülmüştü ki, Özkan Sümer de fazla direnemedi. İstifasının ardından başlayan kaotik süreç, Atay Aktuğ’un başkanlık koltuğuna oturmasıyla yeniden bir şahlanış döneminin başlangıcı gibiydi. Acı ki, futbolun içinden gelmiş Atay Aktuğ’un, “Her şeyi ben bilirim” havası ve burnundan kıl aldırmayan tavırları, Nevzat Şakar ve arkadaşlarının da öngörüsüzlüğü nedeniyle akamete uğrayınca yeniden inşa süreci, yıkılışa giden yolun iyi niyet taşlarını ördü. Trabzon kenti ve Trabzonspor üyeleri 2005 yılında yapılan kongrede, bu kulübün kapısından bile içeri girmemiş, bir tek maçını bile izlememiş ama sırf iktidara dayanarak para kazandığı ve Recep Tayyıp Erdoğan’a yakın olduğu için, “Bizi şampiyon yapar” sevdasının peşinden Nuri Albayrak’ı tercih etti. Hem de, Bordo-Mavili kulübü yaşam biçimi sayan Özkan Sümer ve bu kulübün içinde yetişmiş, gelişmiş, asbaşkanlık yapmış İskender Önal’dan oy verilerek Albayrak başkanlık koltuğuna otururken, Trabzon ikinci kez paraya ve güce ‘üst kimliğimiz’ dedikleri kulüplerini satmanın dayanılmaz hafifliğini yaşadıklarının farkında bile değillerdi.
Ve o tarihten sonra bu kulüp Sadri Şener, İbrahim Hacıosmanoğlu, Muharrem Usta gibi futbol kültürleri bulunmayan, spor kulübü nasıl yönetilir bilmeyen, burunları havada başkanları ve onların belirlediği yönetimleri seçmeyi yeğledi. Aslında bu başkanları da siyaset kurumu tercih ediyordu, kongre üyeleri de başkanları ve yöneticileri kendilerinin seçtiklerini sanıyordu. Buna son örnek de Ahmet Ağaoğlu oldu. Ağaoğlu önce Özkan Sümer ve Hayrettin Hacisalihoğlu ikilisiyle birlikte camiaya güven vermeye çalışma uyanıklığını gösterdi. Koltuğu sağlamlaştırdıkça önce Sümer’den sonra Hacısalihoğlu’dan kurtuldu.
İFLAS ETTİRENLER KURTARICILIĞA SOYUNDU!
Sonrasında Trabzonspor geleneklerini ve gerçeklerini hiçe sayarak asbaşkanlık müessesini de İstanbul’a taşıma gibi sığ bir yaklaşım sergiledi. Ama buna hiç kimsenin sesi çıkmadı, bir tek tepki açıklaması yapılmadı. İşte o aşamadan sonra Ahmet Ağaoğlu ve ekibi fütursuz transfer politikasıyla kulübü adım adım iflas noktasına taşımaktan imtina etmedi. Ağaoğlu’na bu konuda önce Mehmet Yiğit Alp, sonra da Ertuğrul Doğan asbaşkan olarak eşlik etti. Birlikte bu kulübü çok hızlı bir şekilde uçuruma sürüklerken, ne yetkili kurullar, ne etkin insanlardan cılız da olsa bir ses dahi duyulmadı.
Sonuçta bu ekip, Trabzonspor’u iflasın eşiğine getirdiğini kabul ederek, kongre kararı aldı. Normal koşullarda, Ahmet Ağaoğlu’nun da, Ertuğrul Doğan’ın da, “Biz bu işi beceremedik. Becerebilecekler gelsin, yönetsin” demeleri gerekirken, sanki hiç sorumlu değillermiş gibi hareket etmekten geri durmadılar. Doğan, başkan adaylığını hemen kısa bir bildiri yayınlayarak açıkladı. Trabzon’a gelip, toplantısı bile yapma gereği hissetmedi. ‘Kulübün önde gelenleriyle bir toplantı yapayım. Fikirlerini alayım. Yol göstericilerin düşüncelerinden yararlanayım” demedi. Neyi yanlış yaptıklarını, bundan sonra hangi mucize politikalarla Trabzonspor’u düzlüğe çıkaracaklarını ifade etme gereği bile duymadı. Çünkü biliyor ki Trabzon kenti, kulübü paraya ve siyasete satalı yıllar olmuştu. Onun da arkasında siyaset vardı ve cebi de para doluydu!
BU KENT DE İFLAS ETTİRENLERİN PEŞİNDE SÜRÜKLENİYOR
Bir başka mecrada arka planla Ahmet Ağaoğlu da ekonomik destek arayışlarıyla başkanlık yarışına girme telaşında olduğuna dair haberler çıkıyor. Trabzonspor’un anlı şanlı eski ve duyarlı sandığım yöneticileri dahi Ağaoğlu’nun bir çıkışını umut olarak görme noktasında ve bir büyük aymazlık içindeydiler. Bunları duyunca, yaşadıkça filozofların: “İnsanın olduğu yerde hiçbir şey sizi şaşırtmasın” demesine rağmen şaşırmaktan kendimi alamadım. Kulübü iflas ettirenlerden çare uman bir Trabzonspor camiası ile yüz yüze olmanın derin acısını iliklerime kadar hissettim… Hatta Ağaoğlu ya da Doğan’ın listesinde etkili, yetkili yerlerde olabilmenin hayalini kuranları gördükçe, duydukça küçük dilimi yutacak noktaya geldim desem abartmış olmam. Bir de kongreyle ilgili konuşanlara, fikir yürütenlere, ya da ortaya çıkarlara baktım sonra... Bu kişiler rezalet yönetimleriyle Trabzonspor’u sıradanlığa mahkum ettiklerini ama kendilerini zenginleştirdiklerini nasıl da unutmuşlar hayretler içinde kaldım. Bu isimler Trabzonspor’u kullanıp, ondan nemalanmak isteyebilir de ya onları konuşturan, adam yerine koyan, Trabzonspor üzerinden fikir yürütebileceklerini sanan zavallılara ne demeli? Söyleyecek söz bulamıyorum inanın!
En iyisi susmak!
Trabzon kentinde kendilerini radikal Trabzonsporlu kabul edenlerin borç 7 milyon lirayken, “Bunun altından kalkamayız” diyerek başlayan korkuları, 187 milyona çıktığında da, 430 milyona yükseldiğinde, 890 milyon lira olduğunda da ve 3 milyar 600 milyon liraya fırladığında da tavrını değiştirmiyor ne yazık ki… Hep ikircikli, hep korkak, hep kaypak… ‘Aman fazla sıkıntı yaşamadan hayatımızı böyle güzel güzel devam edelim, gitsin” diyenlerin yarattığı bir çıkmazdadır Trabzonspor’un bugün geldiği nokta…
GÜÇ TRABZONSPOR’DUR KİŞİLER DEĞİL!
Trabzonspor duyarlılığı olanlar da ölüm uykusuna yatmışlar, hangi başkan adayını destekleyeceklerini ya da kimin listesine kimleri vereceklerini tartışıp duruyorlar. Bu insanlara hiç gereği yokken büyük değer yüklüyorlar ve gönül verdiklerini söyledikleri kulübe haksızlık yapıp, küçülttükçe küçültüyorlar. Oysa bu kulübün tarihini iyi bilenlerin unuttuğu bir gerçek var ki, güç kişilerde değil, Trabzonspor’dadır. Bu kulübün başkanı kim olursa olsun, iş dünyasından da, siyasetten de, sivil toplum örgütlerinden de, meslek odalarından da saygı görür. Unutulan bir başka gerçek de şu ki, kulübün bunca anlamsız harcamalarla borç kıskacına alındığı her dönemde paralı yöneticilerin kulübe borç devede kulak bile değildir.
Bugün Ertuğrul Doğan, borç 4 milyar liraya yaklaşmışken kulüpten alacağı 250 milyon liradır. Bu da borç hanesine yazılmıştır. Oysa görevde bulunduğu 5 yıllık süre içinde Trabzonspor’un toplam bütçesi 7-8 milyar lirayı bulmuştur. Şu unutulmasın ki iki tane yüksek maliyetle transfer yapmadığınızda kulübe borç para verecek yöneticiye ya da başkana ihtiyacınız duymazsınız. İki pahalı ve anlamsız transferden vazgeçtiğinizde de bu kez borcu 5-6 yıl içinde sıfırlarsınız. Yani doğru yönettiğinizde ne paralı başkanlara, ne de siyasetin güdümündeki bir yapıya ihtiyaç duyarsınız. Bu kulüp ekonomik açıdan yanlışlara sürüklenmediğinde gelir kaynakları abat olmasına yeter de artar bile…
Ama bunu kime anlatıyorum ki!
ÇATLAYACAK AR DAMARI DA KALMADI
Ve Trabzon kenti, Trabzonspor’u iflasın eşiğine sürükleyenlere bel bağlayacakk kadar aymazlık içinde olmayı sürdürüyor hala... Bu kulübü çıkmaz sokaklara sürükleyenler de ‘kurtarıcı’ havasıyla ortaya çıkacak kadar pişkinler ne yazık ki. Eskiden, utanma duygusu diye çok erdemli bir özelliğimiz vardı. Yanlış bir şey yapıp da, bu nedenle utanmayanlara, ‘Ar damarı çatlamış’ derdik. Ne yazık ki artık ar damarı denen o güzel duygu da kalmamış gördüğüm kadarıyla…
Sonuç, Trabzon kentinin Trabzonspor ölçeğinde dinamikleri olarak kabul edilen kesimlerin korkaklıklarıyla gelinen nokta acınası… Aynı bu kesimlerin de onayıyla yakın bir gelecekte, “Ya satış ya iflas” havası estirilip, “Satılsın” bari deneceğinden kuşku duymuyorum… Tabii ki toplumsal bir kurtuluş mücadelesi verebilecek bir sürecin mucizevi bir şekilde yaşamımıza yön vermesi ihtimali de yok değil! Ulusal Kurtuluş savaşı koşullarını yaşamış bir ülkenin insanları olarak, yeniden bir şahlanış sürecine girebilecek iradeyi gösterebilir miyiz yeniden? “En zifiri karanlık, gün ışığına en yakın zamandır” sözünün umudunu taşıyorum hala…
Korkakların bir gün beyinlerine ve yüreklerine, ‘cesaret’ düşünce ve duygusunun egemen olması dileğimle…