Mağduru oynadıkları yıllarda sürekli mızmızlanıp! “Hükümet olduk ama iktidar olamadık” diye Avrupa kapılarını aşındıranlar! Şimdilerde iktidar olmanın bile kesmediği akla zarar bir tatminsizlikle, kendilerini devlet yerine konumlandırıp ali kıran baş kesen kesildiler!
Oysa siyasal iktidarlar. Devlet adı verilen en üst organizasyonun sahip olduğu egemenlik yetkisinin sadece belli bir kısmını (yürütme) kullanan, sonuçta devlet otoritesine işlerlik sağlayan bir araçtır.
Eylem ve söylemlerini, devlet adına gerçekleştirseler dahi bu durum onları asla devlet yerine konumlandırmaz.
Dolayısıyla, Devlet ile Siyasi İktidarı eşanlamlı kullanma ısrarı cahillikten kaynaklanmıyorsa eğer, maksatlı olup, kafa karışıklığı yaratmaya yönelik, provokatif bir davranış biçimidir.
Amacı, yurttaşın iyiliğini gözetip, gönencini yükseltmek olan devletin varlık nedenlerinden egemenlik; yasama organının “TBMM’nin” katılımı ve onayı ile siyasal iktidar eliyle kullanılır. İktidarı kullananlar, ülkede yaşayan bütün insanlar için bağlayıcı kararlar alıp, kurallar koyarken ve bunları uygularken, hep devlet adına ve anayasaya uyumlu hareket etmek durumundadırlar.
Hiç kuşkusuz, Devlet ve Hükümet arasında eşgüdüm söz konusudur. Uyumsuzluk durumunda aslolan, temel ve kalıcı unsur devlettir. Hükümet ise devletin yönetim gücünü kullanan siyasal iktidardır. Hükümetler bu gücü belirli bir süre içinde kullanırlar.
Demokratik toplumlarda seçimle iş başına gelen hükümetler, görev süreleri dolduğunda yeniden secime girerek halkın desteğine başvurmak zorundadırlar. Çünkü toplumun haklarını korumakla ödevli hükümetlerin meşruiyeti, öngörülen süreçlerde sandığa giden yönetilenlerin rızasından doğar. Bu rızanın dışında davranış sergileyen siyasal iktidarlar ise meşruiyetlerini kaybederler.
Adına devlet dediğimiz en büyük organizasyonlarda, mutlaka bir siyasal iktidar ve bu iktidarı kullanan, yani karar alma, emir verme ve bu karar ve emirleri gerektiğinde zora başvurarak sürdürme eğiliminde olan, yürütme gücüne sahip karanlık yapılar daima mevcut olmuştur! Ne kadar itiraz edip karşı çıkılsa da bu tarz, hükümetler eliyle birbirine devredilir-devralınır!
Bu bağlamda, Cumhuriyetimiz de kendinden önceki dönemlerden devraldığı (bazı geleneksel süreklilikler) üzerine inşa edildiğinden, Türk Siyasi Hayatına yansımış olan ve çokça da “Derin Devlet” olarak telaffuz edilen Hikmet-i Hükümet geleneği! Yani devletin devamlılığı açısından üstün konumu; Kurumlarıyla “görünürlüğünden” daha fazlasının ifade ettiği ve devletin yüce menfaatlerinin söz konusu olduğu durumlarda! “ her türlü kuraldan muaf tutulması gerekliliği!” ilk Türk devletinden günümüze, değişen güç dengeleri ile kendini uyumlayıp, güncellediği… Hatta son süreçte bu netameli durumun onca hüsranın ardından, (uzlaşı adına karşıtlar arasında dahi yeniden kabul görmesi) kendini meşrulaştırdığının ifadesi olarak düşünülmektedir!
Özetle; Dünya üzerindeki demokrasiyle yönetilen ülkeler dahil hemen hemen her devletin, belli ölçülerde de olsa Derin Devlet anlayışının etkisi altına girebildiği ve şu ya da bu gerekçelerle, hukuk dışı eylemlere başvurabildiği, yaşamın pratiği içinde sıkça karşılaştığımız bir gerçeklik.
Bu kabulleniş, Özellikle son yıllarda demokrasiyi sandıkla sınırlayan kesimlerin iştahını ziyadesiyle açmış olsa da! Hukuku ve özgürlükleri öteleyen… Salt fiziki zorlama ve kaba kuvvete dayanan bir iktidarın uzun süre varlığını sürdürebilmesi, günümüz dünyasında çokta olanaklı görülmüyor.
Zira demokrasilerde devleti yönetmekle ödevlendirilmiş iktidarlar, ayrımsız tüm yurttaşların başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hak ve özgürlük alanlarını korumak, bunları güvence altına almakla ödevlidirler. Bunun aksini bir davranış sergilemek ( halkına karşı düşman hukuku uygulamak) kendi varlığını inkar anlamında olacağından, meşruiyetini de kaybeder.
Unutulmamalıdır ki; Meşruluk hukuk düzenlerinde özgürlükle eşdeğerdir.
Özgürlüğü sağlayamayan hukuk düzenleri meşruluklarını yitirirler.
Açlığa, baskıya, yoksulluğa ve birçok sıkıntıya zamanla alışabilen insan, aynı tahammülü, adaletsizliklere ve haksızlıklara karşı göstermemiştir. İnsanın doğasında var olan bu tepkiyi söküp atmak ise onun varlığını yok etmekle eş anlamlıdır.
Bu nedenle; insanın baskı, zulüm ve haksızlıklara karşı tepki vermesi, yani özgürlüğü için direnmesi, onun en doğal ve devredilmez hakkı olup, halen Anayasal güvence altındadır!..
Sevgiyle, dostlukla.