Başına buyruk, hukuk dışı, rayından çıkmış bir iktidarın değiştirilmesi için, çoktandır unutmuş göründüğümüz halkı, (seçmene indirgemeden) güçlü bir demokratik mücadelenin “öznesi” olarak yeniden konumlandırabilmek, ülkenin ve toplumun geleceği adına çok değerli.
Dahası, köprüden önceki son çıkış!..
Biliyorum umutlu olmanın giderek zorlaştığı zamanlardayız. Şimdiki zamanın dört duvar zindana dönüştüğü günler bunlar. Yankısı olmayan seslerimizi, çarptığı duvarda eriyen çığlıklarımızı, itirazlarımızı neredeyse kendimiz bile işitmiyoruz!...
Oysa geleceğimiz birbirimizin geleceğinden geçiyor. Bizi ortaklaşmalardan alıkoyan keyfiliğin, bencilliği kutsadığı, yalnızlığı dayattığı ölçüde ayrışmanın daha da derinleşeceğini düşünüyorum. Geleceğe olan inancın kaybı, umudun çok uzun zaman yeşermesini engelleyecek ölçüde telafisiz. Çünkü umut, ancak birlikte hareket edebilme olanağı varsa bir imkandır.
Birlikte hareket edebilmeyi, “söz-yetki-karar” süreçlerini ıskalayıp, salt “sandıkta buluşmaya davetle” sınırlamak ise en büyük yanılgıdır. Sorgulamayı, soru sormayı hayatımızın doğal bir parçası haline getiremediğimiz için geleceğe dair umutlarımız da bir türlü gerçekle buluşamıyor Sabun köpüğü gibi sönüveriyorlar!
Üstelik kolay kandırılıyoruz. Her şeyin yolunda olduğuna veya olabileceğine inanıyoruz. Oysa hiçbir şey hem yolunda değil, hem de yolunda olabilmesi ancak durumumuzun farkında olarak harekete geçmemize bağlı..
Tüm kurumların çökertildiği bir süreçte sadece iktidarın değişmesine bel bağlayıp ertesi gün gül bahçesinde uyanacağımıza inanacak saflık, ancak sorgulamaktan kaçınan gözündeki at gözlüğünden hoşnut bir topluma özgü olabilir.
Halbuki sorun büyük. Yolsuzluklarla boşaltılmış hazine, dizginlenemeyen bir enflasyon, derin bir üretim krizi, emeği değersizleşmiş açlık sınırında yaşayan milyonlar, bilgi üretemeyen bir toplum, soru sormayan, sorulanı da anlamayan kültür erozyonuna uğratılmış kuşaklar, eğitimle yaygınlaştırılan hurafelere kurban edilmiş çocuklar, depremini bekleyen beton ormanına dönüşmüş kentler, ekilemez hale getirilmiş topraklar…
Kafası karışık insanlar… Hayatı cehennem kadınlar… Savaştan haz duyan, hayatı değil her gün ölümü kutsayarak halkına seslenen yöneticiler… Topluma trilyonlarca liraya mal olan bir rejim… Paçalardan akan narsis yüzsüzlük… Manipülasyonlar, yalanlar…
Ve gözünü karartmış “bir kez daha” diyerek direten, erkler üstü bir adam!
Artık, hala bir düzen varsaymanın, sandığı bir kurtarıcı gibi dört gözle beklemenin bir nevrozdan ibaret olduğunu anlamamız gerekiyor. Gerçekle aramızdaki mesafe büyük, giderek de açılıyor… Ama biz gerçekliğine inanmak istediklerimize sımsıkı sarılmışız. Onların artık olmadığına inanamıyoruz. Sonuçta bu paradoksla boğuşurken geleceğimizi yok ediyoruz.
Bir an önce, tasada ve kıvançta ortaklaşıp, içinde bulunduğumuz bu sanrıdan kurtulacağımızı ummak istiyorum.
Sevgiyle, dostlukla.