Hızla eriyen toplumsal tabanını geri kazanmaya çalışan iktidar. Bunu meşru yollarla yapmak yerine, her zaman ki gibi devlet olanaklarını kullanıp, karşıtlarını ezerek gerçekleştirmeyi yeğliyor.
Özellikle 15 Temmuz sonrasının “OHAL’ci” kadroları eliyle yürütülen katı güvenlikçi politikalar ve ekonomik dibe vuruş sonucu, yitirdiği sosyolojik tabanını geri kazanmaya çalışan AKP iktidarı… Eşit rekabet şartlarında toplumun güvenini kazanma şansları kalmadığını gördüğü için, “ya rozet, ya kelepçe” diyerek muhalefeti korkutup, yıldırma siyaseti izliyor.
Ancak gelinen noktada muhalefet üzerinden yapılan her hamle, toplum katında şüpheyle karşılanıyor. Toplum, devleti yönetenlerin değil, haksız yere tutuklanıp mağdur edildiklerine inandıklarının safında yer alıyor. Özellikle CHP İstanbul İl Başkanlığına kayyum atanması ve atanan heyetin, binlerce polis korumasında İl başkanlığına saldırıya geçmesi. Borsaların dibi bulmasına neden olduğu gibi, kamuoyu araştırmaları ve anket sonuçlarının; adalete güvenin yerle yeksan olduğu tespitini somutlamış oluyor. Böyle olunca da, hükümet adına birilerinin “hukuk devleti” güzellemesi yapıp, ardından “bağımsız yargıdan” söz etmesi doğal olarak toplumda hiçbir karşılık bulamıyor.
Nasıl bulsun ki? Terör suçundan müebbet almış Hizbullahçılar için işleyen devlet vicdanı, yaşam mücadelesi veren ve hiçbir kaçma riski bulunmayan muhalifler söz konusu olduğunda körelebiliyor! Oysa tutuklama tedbirdir ve yukarıda vurgulandığı gibi bu insanların kaçma riski bulunmamaktadır. Dolayısıyla düşman hukukunun en acımasızının uygulandığı bu kötücül durum karşısında, sosyal hafıza devreye giriyor ve toplumsal inançsızlık hali, toplumsal tepkiye evriliyor.
Yaşananlar, tıpkı Ergenekon ve Balyoz… gibi (AKP Genel Başkanının savcısıyım dediği) uyduruk davalar nedeniyle kariyerlerini kaybeden, intihar eden yada dünyası karartılan insanların yaşadığı dramı hatırlatıyor. Aynı maklubeye kaşık sallayan operasyonel kadrolar tarafından üretilen sahte belgelerle suçlu ilan edilip toplumun önüne atılan insanlar, artık gözünü açtı. Bu ceberrut iktidarı ve onun gözünü karartmış kadrolarını çok iyi tanıyor…
Oportünizmin kitabını yazan bu güruh, Muhalefet partilerini DEM’lenmekle itham edip, belediye başkanlarını terör örgütüyle iltisaklı denilerek görevden alırken; sıra kendilerine gelince “devlet” e mal ettikleri kıt akıllarıyla, terör örgütü liderine “kurucu önder” sıfatı verip, bir zamanlar şeytanlaştırdıkları DEM’lilerle güle oynaya, yeniden pazarlık masasına oturup kucaklaşmakta bir beis görmüyor. Tıpkı benzeri çıkarsamalar karşısında duruşunu bozanlara, Nesimi’nin “Har içinde biten güle minnet eylemem./ Arabiyi, Farisiyi bilmem, dile minnet eylemem/ Sırat-ı müzre müstakim gözetirim rahimi./ Zalimin talim ettiği yola minnet eylemem…” seslenişini hatırlatmak isterim!
Küçük bir kısmına değindiğim çıkarsamalar, hukuksuzluklar ve tuhaflıklar toplumun iktidara ve iktidar nezdinde devletin kurumlarına olan güvenini asgariye indirmiş durumda. Mevcut kadrolar ve yönetişim tarzıyla da yeniden geriye dönüş mümkün görünmüyor. İşte bu nedenle devletin tüm olanaklarını seferber edip; CHP’li belediyelere ve son kale konumunda olan CHP bütünlüğüne kara çalarak “onlar bizden daha kirliler” imajı yaratmaya çalışıyorlar.
Ancak son yapılan anket sonuçlarında görüldüğü kadarıyla; toplumsal eğilimler ve seçmen iradesi hiç de iktidarın istediği yönde gelişme göstermiyor... Her geçen gün daha bir hırçınlaşmaları bundandır. Bütün hedefleri yerle yeksan olmasına karşın yüzleri kızarmadan topluma pembe tablolar çizmeye çalışan iktidarın, can havliyle başvurduğu kadro değişiklikleri ve transferler yine de bu sonucu değiştirmeye yetmiyor.
Yeter ki, Başta Özgür Özel ve parti sözcüleri olmak üzere hiç kimse, Ankara Asliye hukuk mahkemesinin verdiği erteleme kararından sonra rehavete kapılıp, “darbeyi püskürttük” diyerek eylem takvimini kesintiye uğratmasın!
Geliyor gelmekte olan!..
Sevgiyle, dostlukla.