Son süreçte kendime her zamankinden daha fazla zaman ayırıp okuyup, dinliyor, gezip gözlemliyor ama her nedense; Sapla samanın biri birine karıştığı bu kaotik ortamda olup biteni anlamlandırmakta yine de güçlük çekiyorum.
Oysa yaşantım boyunca edindiğim öğreti doğrultusunda, hayata karşı hep gerçekçi bir tavra sahip oldum. Umudumu, geleceğe dair beklentilerimi bu tavırdan devşirdim. Değişimi en sarsılmaz gerçeklik olarak tanıdığımdan beri umutsuzluk hep benden uzak oldu. En çapraşık hallerin karşısında, karmaşıklığın gizlediği değişimi görmeye odaklandım. İlişkilere, olaylara dair kavrayışım gösterilmek istenenden daha fazlasını anlama arzumla özdeşleşti.
Kuşkusuz ki gerçekçilik bir tavır olarak zordur, ağır bedelleri göze almayı içerir!.
Öte yandan ülkemiz koşullarında gördüğüyle yetinmemek yorucudur da! İnanma ihtiyacına rağmen, gördüğünü kabul etme dürtüsüne rağmen gerçekçi kalmak, zihin için bir eziyete dönüşebilir. Biteviye sorgulamak, ardına sızmaya çalışmak, yaşamın gözlemcisi olmak… Romantik ideallerin aldatıcı rahatlığına kendini tutsak etmemek… Başkalarının “yıldız kaydı, dilek tut” dediği yerde, kaymakta olanın bir “meteor” olduğunu, aslında bir gökyüzü olayına tanık olduğumuzu söyleyip o romantik mistisizmin duygu ortamını dağıtmak… “Gizemin her türünü reddetmek” Her koşulda anlamak ve kavramak… Yorucu…
Üstelik zaman zaman görüneni sorgulatan kuşku büyüdüğünde, kuşkunun fazlasından kaynaklanan gerçeklik yanılsamaları zihni esir aldığında sadece yorucu değil, katlanılamaz da. Özellikle he şeyin kötüye gittiğini gördüğünde insan için bu tavrı korumak iyice zordur. Olanı olduğu gibi kabul etmektense, umudu tevekküle kurban etmektense küçük bir umut kırıntısı için çırpınmak zordur. Tevekkülün rahatlığına teslim olmamak, hep tedirgin, hep arayan, hep umuda koşan bir zihniyet demektir. Böyle bir zihin asla dinginliğe ulaşıp, asla dinlenemez. Kaldı ki, “Hiç dinlenmemek üzere yola çıkanlar, asla yorulmazlar.” (*)
Gençken umudu yüklenmek, geçmişin yükünü henüz hissetmeyen omuzlar için sorun değildir. Başını yücelere kaldırmakta zorlanmaz insan. Ama yaş aldıkça zaman zamaneye galebe çalıp yük olur! Hem de giderek ağırlaşan bir yük… Zamana rağmen dik durmak beceri işidir. Cesaret gerektirir…
Sanırsam Haziran ayının hüznü bana en çok bunu hissettiriyor. Zaman kavrayışımdaki bu değişim sarsıyor beni. Kuşkusuz ki bu yıla özgü değil, çok yıllar geçti zaman algımın ilk kez yerle yeksan oluşunun ardından… Ama olsun, çoğu kez kişisel olan, politik olanı en çok kavratan deneyim oluyor. Kendisiyle yüzleşmekten yüksünmeyen, kendi aynasına korkmadan bakabilen insan, yaşama olduğu kadar toplumuna duyduğu sorumluluğun da sorgulanması noktasında herkesten bir adım önde olabiliyor.
Bana kalırsa, otoriter bir rejimin bütün unsurlarıyla artık bir atımlık barutunun kaldığı günümüzde muhalefet için aradığımız çıkış da korkusuzca doğruyu söyleme ediminde ısrarımızda yatıyor. Ancak, bunu iktidara yol göstermek için değil, halkı politik bir özne olarak inşa edebilmenin ilk adımı olarak yaptığımızı unutmadan… Doğruyu söyleme cesaretini gösteren herkesin iktidarın bünyesinde bir gedik açacağını akılda tutarak.
Son sözüm, Che’nin “Gerçekçi Ol, İmkansızı İste” çağrısına uyumlu olarak “Umuda” dair; Kendi gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınmayan yürekli insanlarla geleceği birlikte inşa edeceğiz. Buna inanıyorum.
Sevgiyle, dostlukla.
(*) – Mustafa Kemal Atatürk