Yaşam, sürgit aymazlıklar karşısında, ”bu kadarı da olmaz” dedirten en kaba metaforları kitlelere yaşatmaktan asla yüksünmez!
Çokça nasiplendiğimiz bu kaynak, an gelir mıh gibi zihne kazınmış yaşanmışlıkları gelir başınıza kakar.
Öylece kala kalırsınız, yazmadan yaşatılanlara!
Oysa gayet iyi biliriz ki; en akla ziyan şerlerde hayatın gerçekliğine içkindir ve biz bu kaynaktan ziyadesiyle nasiplendirilenlerdeniz! Nitekim 16 Nisan 2017, bu bağlamda halk egemenliğinin mühürsüz oylarla gasp edildiği bir kara gündür.
Egemenliğin kayıtsız koşulsuz millete ait olduğunu tescilleyen Parlamenter Sistem, 9 Temmuz 2018 tarihinde, Yüz bir pare top atışı ve “Fetih Marşı” eşliğinde resmen sonlandırılırken, üzerinde “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi” baskılı 1 Türk Lirası dağıtılmış, konuklar ve tüm ülkeye seslenilmişti;
“ Bir kez daha göreve geldik. Yürütme organının tüm yetkileriyle geldik… Demokrasi anlayışımızın ve yaşadığımız denemelerin çok ötesinde yeni bir modele geçiyoruz. Ülkemize çok bedeller ödeten sistemi artık çok geride bırakıyoruz…”
O çok öykünülen ve uğruna methiyeler düzülen Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi, kabul edilişinin üzerinden 6 yıl geçmiş olmasına rağmen toplumun büyük bir kesimi tarafından sorgulanıp, yaşatılan ağır ekonomik koşulların müsebbibi olarak gösteriliyor. Hem muhalefetin hem de iktidarın artık üstesinden gelinemez hale gelen hukuksuzluklara son vermek, tek adam keyfiyetine bırakılmış yönetsel aygıtın ürettiği sorunların üstesinden gelebilmek için yeniden “anayasa” yazmaya giriştiği şu günlerde adalet adına yeni bir felaketin kapısındayız.
Nedenini sual edecek olursanız? Türkiye’de yazılan her anayasa, yalnızca kendini vaat edebildi de ondan!.. Her anayasa ile anayasallıktan uzaklaşıldı. Her anayasa yeni bir fetiş olarak çılgınlığın eşiğinde varoluşumuzu pekiştirdi. Geriye dönüp baktığımızda, yüzyıllık Cumhuriyetten elimizde kalanın Anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen ilk dört maddesinden başka bir şey olmadığı, onun da pazarlık masasının baş kösesinde yerini aldığıdır!
Masa kurup, masa dağıtma noktasında zaten sabıkalı olan siyaset kurumu, aynı zamanda onca hukuksuzluğa karşın “tek kişinin diktası” anlamına gelen başkanlık sisteminin uygulanmasının da sorumlusudur. Ancak onca çalkantılı bir dönemin ardından, “cam tavan” diye tanımlanan barajı yıkma becerisini gösteren CHP yönetimi, halk iradesinin eşitsiz koşullarda sandıkta utkuyla gerçekleştirdiği 31 Mart halk oylamasını zaferle taçlandırmak adına; vakit geçirmeksizin tüm yerel yönetimlerde önceliklerin belirlenip, bölgesel ayrıcalıklar haricinde sorunlara benzer hassasiyetle yaklaşılması gerekiyor. İmar, sosyal yardım, ulaşım, altyapı, yaşlı ve genç nüfus, istihdam politikalarının eşgüdümlü ve şaibeye neden olmayacak bir duyarlılıkla yürütülmesi çok önemli.
Bu temel politikalarla şeffaflıktan ödün vermeyen bir yönetim anlayışının, muhalefetin üstündeki toplumsal desteğin artmasına büyük katkı yapacağı gibi... Diğer yandan kazanılan belediyelerin ülke ekonomisindeki payı ve nüfus yoğunluğu dikkate alındığında, ulaşılacak yönetsel başarı aynı zamanda ülke yönetme ehliyeti için değerli bir referans olacaktır. Yoksa sistemi değiştirmek adına ne getirip ne götüreceği tartışmalı anayasa değişikliği önerileriyle macera arayışı içine girmeye eğilimli görüntüleri toplum katında kabul edilir değildir.
Siyaset kurumu, öncelikle her tür çıkarımdan azade durum değerlendirmesi yapıp, sonrasında toplum menfaatlerini önceleyen bir eylem birlikteliğinin sağlanması için ortak bir irade zemini oluşturmalıdır. Bunun içinde ortak çalışma gruplarının oluşturulması, bu gruplara mesleki ve etik değerleri ön planda tutan meslek odalarının, demokratik kitle örgütlerinin ve akademisyenlerin eklemlenmesiyle, toplumun en geniş kesimini kapsayan görüş ve önerilerin tartışıldığı bir büyük konsensüs gerçekleşmiş olacaktır.
Hülasa her seçim öncesi ortaya atılan “anayasa değişikliği” can simidi, ya da “şapkadan tavşan çıkarma masalı” bu kez boşa çıkarılıp, halkın gerçek gündemine dönülmelidir!
Sonuçları itibariyle 31 Mart seçimlerinden gerekli mesajı aldığını söyleyip, hemen ardından “Biz bitti demeden bitmez” çıkışı yapan hazımsızlara acizane yanıtım;
“Bazen de bittiğini gördüğünüz de çok geç olur!..”
Sevgiyle, dostlukla.