Erkler ya da güçler ayrılığı. En yalın tanımıyla, devlet gücünün birbirinden ayrı organlar eliyle dağıtıldığı yönetim anlayışıdır.
Erkler ayrılığı ilkesini, devletin ve Anayasanın temeli olarak kabullenip özümsemiş devletlerin en dikkat edilmesi gereken yanı, bağımsız yargı ile ilişkisinde ve etkinliğinde aranır.
Dolayısıyla yargı erki, hak dağıtan yapısı nedeniyle herhangi bir etkiden kayıtsız koşulsuz bağımsız olmalıdır.
Bu bağlamda, mevcut Anayasamızın 7-8 ve 9.ncu maddeleri, erkler ayrılığı ilkesi ışığında düzenlenip,138.nci maddesiyle güvence altına alınmıştır;
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 138: Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve hükmün yerine getirilmesini geciktiremez.”
Atatürk’ün; “Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin, devlet halinde varlığı kabul olunmaz.” Sözünün dahi unutturulup, Anayasanın amir hükümlerinin fiili durum yaratılarak bay-pas edildiği bir ortamda. Susup devletin kararnamelerle (CBK) yönetilmesine seyirci kalmak, ne Cumhuriyetin Anayasal kurumlarına nede Türk hukuk sistemine yaraşan bir davranış değildir.
Geçtiğimiz günlerde gaza gelip; “Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” sözleriyle Cumhuriyeti hedef alan Mahir Ünal, tepkiler üzerine AKP Grup Başkanvekilliği görevinden affını istemişti.
Aynı Mahir Ünal, Genel Başkan Yardımcısı olduğu partisinin 7. Olağan Kongre öncesinde de; “Hazırlıklarımızı tamamlamamız 19 yıl sürdü, asıl şimdi başlıyoruz!” veciz açıklamasıyla gizli ajandalarını zaten ifşa etmişti!
Ve fakat en büyük İLANEN itiraf; 2014 yılında, dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek tarafından TBMM’de düzenlenen Vizyon toplantısında gerçekleşendi!
“…Anayasanın 138.nci maddesi (mahkemelerin bağımsızlığı maddesi) bu memlekette ÖLMÜŞTÜR! Hukuk, adaletin enstrümanıdır, siyasetin değil. Soruşturmaların gizliliğine uyması gerekenler uymuyor, buna da isyan ediyorum!
Uymayanlar varsa bunlar içinde gereğinin yapılması lazım! Soruşturma yaparken kimse kendini kanunların, hukukun üstünde kabul edemez…”
İyi güzel de ölen kim, öldüren kim? Kıyam startını kim verdi?
Bu iddiaları kamuoyuyla paylaşan yakınıcının zamanın Türkiye Cumhuriyeti Meclis Başkanı olması ziyadesiyle manidar değil mi?
İktidar kanadından gelen bu veciz açıklamalar da hal-i pür melalimizi hala izah edemiyorsa, o zaman, CIA eski Türkiye şefi, Paul Bernard Hanze’nin 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu iddia edilen Türkiye Raporuna umarım kimse itiraz etmez!
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmalarını çok sıkı tutmuşlar.
Hükümeti ikna ettiğimizde, meclis; Meclisi ikna ettiğimizde, ordu; Orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer, Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise. Mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek bir elde toplayan Başkanlık Rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır.” (*)
Tüm bu olup bitenler. Anayasa değişikliği uğruna, yetmez ama deyip! Kimlerin kimlerle tepemizde tepindiğinin açık ve net izahı olmuyor mu sizce?
(*)-Rehan Gündoğmuş-ZDF