Emperyalist kuşatmanın dağıtılıp, ardından Lozan Konferans müzakerelerinin sürdüğü günlerde Atatürk İzmir gezisindedir. 13 Şubat 1923’te İzmir Sanat Okulunu ziyaret eden büyük Atatürk, okul defterine”okulun yeniden yapılandırılmasından büyük canlılık, Ümit ve Güven ortaya çıkacağı” notunu düşerek, hem nitel hem de nicel manada öğrenci yetiştirilmesi arzusunu vurgulamıştır. Sanata ve sanatçıya son derece önem veren ulu Önder 1923 yılında ressamlarla yaptığı bir sohbette,” sanatkar toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra ALNINDA IŞIĞI İLK HİSSEDEN insandır” diyerek sanatkarın en çarpıcı tarifini yapar. “ Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, bir ulus ki fenin gerektirdiği şeyleri yapmaz; İtiraf etmeli ki o ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim ulusumuz, gerçek özellikleriyle uygar ve ileti olmaya layıktır ve olacaktır.” Büyük Atatürk’ün bu özlü direktifleri doğrultusunda Cumhuriyetin birinci kuruluş yıldönümünde, devlet bursuyla eğitim almak üzere 22 kişilik bir öğrenci kafilesi yurt dışına gönderildi. Genç Cumhuriyetin ilk resim sergisi Ankara Palas’ın kalorifer dairesinin yanındaki holde açılmıştır. Sergi alanı gereksinimi ve sanat öğretisinin önemine vurgu yapan Atatürk; “Güzel sanatlara da ilginizi yeniden canlandırmak isterim. Ankara’da bir Konservatuar ve Temsil Akademisinin kurulmakta olduğunu söylemek, benim için büyük bir hazdır. Güzel sanatların her şubesi için kamutayın göstereceği ilgi ve emek, ulusun insani ve medeni hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için ziyadesiyle etkilidir.” Diyerek çağdaş uygarlık izleğindeki eteğini sanat üzerinden ifade etmiştir. Nitekim tarihler 20 Eylül 1937’yi gösterdiğinde, genç Cumhuriyetin ilk Güzel Sanatlar Müzesi olarak Dolmabahçe Sarayının veliaht dairesi bizzat Atatürk tarafından hizmete açılmıştır. Atatürk’ün büyük sanatçı diyerek iltifat ettiği İbrahim Çallı başta olmak üzere pek çok sanatçıyla uzun erimli sohbetleri olmuştur. Bir gün İbrahim Çallı; “ Türk Milletinin gönlündeki Mustafa Kemal’in portresini yapmama izin verir misiniz paşam” diye sorduğunda Atatürk; “Madem ki gönüllerde yaşayan Mustafa Kemal’i çizmek istiyorsun, benim modelliğime ihtiyacın yok.” Diyerek büyük bir tevazu örneği göstermiştir. O sanatçının neyi nasıl yapması veya yapmaması noktasında herhangi bir baskı ya da kota asla uygulamazdı. Çünkü onun kafasında şekillendirdiği sanatçı, dokunulmazlığı olan Özgür kişidir… “Bir ulus sanattan ve sanatkardan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz… Sanatsız kalan bir ulusun hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Diye ulusuna seslenen büyük Atatürk; Ulusal bilinci geliştirip, çağdaş bir devletin gerektirdiği toplumsal ve küresel kurumları oluşturma çabaları ile sanatçılarımızın yolunu aydınlatmıştır. Bunca emek ve yürek çilesinin ardından bugün gelinen nokta tam bir hayal kırıklığıdır. Özellikle sanata ve sanatçıya uygulanan sansür ve öteleme! O denli trajik bir hal almış durumdadır ki, çoğu kez insanın duydukları ve gördüklerine inanası gelmiyor! Bu bağlamda, Trabzon’da kültür ve sanat faaliyetlerine ev sahipliğini üstlenmiş sınırlı sayıdaki kültür merkezlerinden biri olan , Hüseyin Kazaz Kültür Merkezinin valilik yemekhanesine dönüştürülme girişimi, her şeyden önce Cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle çelişen vahim bir olay olarak toplumun önünde durmaktadır. Umuyor ve diliyorum ki, bu büyük yanılsamadan bir an önce vazgeçilip, Hüseyin Kazaz Kültür Merkezi , sayın valinin emir ve direktifleriyle aslına rücu edip Trabzon sanatseverlerinin hizmetine sunulabilsin. Seni Andıkça Değil, Seni Anladıkça Daha Çok Seviyoruz… Vatan Sana Minnetkardır Büyük Atatürk. Saygı ve Büyük bir Özlem’le…