Meşrebinize uyumlanıp mahkemenin verdiği kararları beğenmeyebilir hatta eleştirebilirsiniz. Ancak, alınan kararları Anayasal bir devlet yapılanmasında yok sayıp verilmemiş gibi davranamazsınız.
Gelin görün ki, Anayasa Mahkemesinin Can Atalay dosyası üzerinden tam iki kez verdiği “hak ihlali kararı” apaçık ortadayken, Yargıtay 3.Ceza Dairesi buna karşılık tam iki kez ”Anayasa Mahkemesini tanımama” yönünde pekala karar alabiliyor.
Şaka gibi bir şey yani, bir en yüksek mahkeme “hak ihlali var çıksın” derken, bir Ceza Dairesi, yetki aşımı var “hayır çıkamaz” deyip, seçilmiş bir milletvekilinin özgürlüğünü elinden alıyor!
Sahi ne oluyor gerçekten? Devletin en önemli erklerinden biri olan yargı erkinde, hem de yargı erkinin en üst düzey iki kurumunda Anayasa Mahkemesi üzerinden bir kavga-dövüş şiddetini her geçen gün arttırarak sürdürülürken, yaşanan belirsizlik konuyu farklı mecralara taşıyor!
Oysa herkes çok iyi bilir ki, görev ve yetkileri Anayasa’da en açık şekilde yazılı olan Anayasa Mahkemesi’nin kararları, kesindir ve bekletilemez.
Anayasa? Madde 153/6; “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” Diyerek, mahkeme kararlarına uyma ve bu kararları değiştirmeksizin yerine getirme konusunda hiç bir makama, ne takdir yetkisi ne de istisnaya yer vermeyen Anayasa’nın bu maddesinden daha açık ne olabilir?
Farkındasınız, memleketimizdeki bu tuhaflıklar, aynı olumsuz sonucu veren ve çözüm getirmeyen bu kısır döngü sarmalında verdiğimiz mücadele, her birimizi zorunlu olarak ya ekonomist ya da olarak hukukçu yaptı! Dilerseniz irdelemelerimizi, sürecin bize bahşettiği söz konusu kazanımlar ölçeğinde, Anayasa krizinin “arka planı” üzerinden sürdürelim!
Aslında iki yüksek yargı kurumu üzerinden sürdürülen “dosya krizi”, iki yüksek mahkeme arasındaki güç savaşından öte, daha büyük büyük hesaplaşmanın dışavurumundan başka bir şeye tekabül etmiyor! Somutlarsak; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay 3.ceza Dairesi kararının hak ihlali yarattığına karar verdi. Yargıtay 3.Ceza Dairesi ise, “uymama” yönünde karar vermek suretiyle, başta madde 153 olmak üzere birçok Anayasa maddesini ihlal etmiş görünüyor. “Uymama” beyanı ile yetinmeyen Daire, ihlal kararına olumlu oy veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda da bulunmak suretiyle, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanma girişimini gerçekleştirmiş oldu.
3.CezaDairesinin ilgili dosyayı dört ay bekletip, AYM’nin gündemine almasının tartışıldığı bir sırada kararını vermiş olması, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi Kararının gereğini yerine getirilmesi için gerekli kararları alarak tahliye için İnfaz Hakimliğine bildirimde bulunmak yerine Yargıtay 3.Ceza Dairesine havale yazısı, Ceza Dairesinin ise anında Yargıtay Başsavcılığından görüş istemesi (farkında mısınız dört ay bekletilen dosya nasıl da birden kanatlandı!) Başsavcılığın da iki gün içinde “Anayasa mütalaası”! vermesi ile eli güçlenen 3. Ceza Dairesi yalnızca iki gün sonra “uymama-suç duyurusu” ve “TBMM’ye ihtar” kararı verebiliyor.
Ve akabinde, “Anayasayı ihlal iradesinin dışavurumu niteliğindeki” bu kararın, iktidar mensupları ve bürokratları tarafından basın açıklamalarıyla alenen desteklenmesi, üstelik bu eylem ve uygulamaların Cumhuriyetin 100.yıl kutlamalarını izleyen on günde gerçekleşiyor olması sanırım hayra yorulacak bir rastlantı değildir.
“Anayasa’yı ihlal suçuna giden sürecin halkaları oluşturan bu uygulamalar, tıpkı 2016’da yapıldığı gibi, yeni bir Anayasa operasyonunun hazırlık çalışmaları olup… Bugün tanık olduğumuz süreç, 2017 yılı kurgusunun aktörlerinin öncülük ettiği, Anayasa yoluyla demokrasiyi, hukuku ve toplumsal barışı dinamitleme harekatıdır diye düşünüyorum.
Unutulmamalıdır ki, güçlü demokrasi, hak, hukuk, adalet talepleri; ancak yetkileri yasalarla belirlenen kurum ve kuralların hüküm sürdüğü bir iklimde ve ona gönül vermiş yurttaşların varlığıyla karşılık bulur.
Sevgiyle, dostlukla.