Bir zamanlar dünyanın en bayındır kentlerinden biri iken Moğol istilasıyla yakılıp, yıkılıp virane olan Basra için söylenmiş “Basra harap edildikten sonra” sözü özgün Türkçe’mizde; “İş işten geçtikten sonra” anlamında bir hayıflanma metaforu olarak kuşaktan kuşağa aktarılır.
Yani olup bitenin ardından, duyulan pişmanlıkların, çekilen acıların ve tüm yakınışların hiçbir çözümleneme yapamayacağını ifade eden veciz bir söylem.
Nitekim 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ikinci tur yenileme seçiminin ardından yapılan balkon konuşmasından da anlaşılacağı gibi, ayrıştırıp ötekileştirmenin ve düşmanlaştırmanın birinci elden ilanı niteliğinde olup, telafisi mümkün olmayan son noktadır.
Artık iş işten geçmiş Cumhuriyet’in birleştirici tılsımı olan “yurttaşlık bağı” onarılamaz denli yara almıştır.
Oysa cumhuriyetle birlikte sunulan siyasi, tarihi ve kültürel zenginlikler doğru algılanıp sahiplenilebilseydi; toplum tek tip düşünceye, daha doğrusu düşünmemeye/ sorgulamamaya, ezberciliğe mahkum edilmeseydi eğer;
Cumhuriyet aydınlanması denilen o ışıklı yol bu günkü gibi tıkanmayabilir, yalan, riya, kin ve düşmanlık üstüne kurulu bu karanlık ortamlarda değil, çağdaşlığın erincine varmış yurttaşlarla özgür, eşit, aydınlık bir iklimde yaşanılabilirdi.
Ama heyhat, bölünüp, kutuplaştırılan bir toplumda celladına aşık olanlar bir kez daha oylarıyla tarihin tekerrürüne olanak verip, zifiri karanlığı tercih etmek durumunda kaldılar! Geçen süreç içerisinde her şey yalan ve sömürü üzerine temellendi. Söylenen her söz yalanın ve sömürünün katsayısını yükseltmekten öteye geçemedi. Siyasetçisinden bilim insanına yalan söylediler. Ders kitapları, Rotatifler, tüm iletişim kanalları yalan söyledi hep.
Tüm yeryüzünde Evrensel bir gerçek oldu Y A L A N.
Yalan uğruna öldü, öldürüldü insanlar. Yalan için yaşadılar, yalanla gerçeği harmanlayıp serptiler bereketli Anadolu toprakları üzerine!
Gerçeği söyleyenler yalancı bellenirken, en büyük yalancılar yıllar yılı saygınlık gördü! Yalanın kolayına sığınanlar, olanca kinleriyle gerçeğin zorunu yeğleyenlere düşman kesilip, gözlerini kırpmadan budadılar ülkenin geleceğini!
Laik Cumhuriyete yalan dediler, Bağımsızlığa da…
İnsana yakışan, insana dair ne varsa tümden düşman bellediler. Yelin üfürdüğü, selin götürdüğü bu kargaşa ortamında, yalanla ve ürettikleri korkunun üzerinde kurdular kirli saltanatlarını.
Yurttaşa her seslenişlerinde güçlülerin hukukunu eleştirip, hukukun üstünlüğünü savunan, seçim ve siyasi partiler yasası değişikliğinin ateşli savunucuları. Devri iktidarlarında hukukun üstüne çöküp, seçimleri gölgelemekte bir beis görmediler!
Hiç kuşkusuz kendi içinde “değişime” direnen, bir ihaneti dahi sorgulamaktan çekinip, dışarıda suçlu arayışına giren bir yönetim anlayışı ve hukuk düzenini savunmaktan aciz bir toplum kavrayışının, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşması hiçte olanaklı görülmüyor.
Her yeni günün coşkulu sabahının ardından, yenilgiyle sarmal bir günü tamamlamak ve ardından yeteneksizlerin gerekçelerini dinlemek yurttaşlarımızın kaderi olmamalı!
İnanıyorum ki uzun vadede, evrensel ilkeler adına ölümle-dirim arasında kalıp mücadele edenler, demokrasi sınavından başarıyla çıkacak olanlardır.
İsteyen istediği kadar yalan ipine sarılsın! Çağdaşlığın kriterleri açık ve net. Ya bu kriterler uğruna onur mücadelesi verilecek, ya da üçüncü dünya ülkelerine özgü her zamanki çirkin oyunların içinde debelenmeye devam edilecek!
Artık kartlar eskisinden daha açık ve kumarbaz daha bir pervasız!
Halkımın öyküsünü kendi elleriyle yazacağı demokratik bir sürecin özlemiyle.
Sevgiyle, dostlukla...