Geçmişten geleceğe, gerçeği, yalnızca gerçeği söylemek, toplumunu bilgilendirmek adına onca yürek çilesini göğüsleyen o yüce gönüllü insanları düşündükçe, ister istemez kökleri taa Antik Yunan felsefesinin “parrhesia” retoriği gelip çöküverdi omuz başıma!
Parrhesia; yani olanca içtenliğinle, özgürce, gerektiğinde başkalarını incitme pahasına, ölümü göze alarak doğruyu söylemek demektir. Bu tarz, salt ifade özgürlüğünü değil aynı zamanda her tür kişisel riske karşın kamu yararı adına, gerçeği söyleme yükümlülüğünün de en yalın ifadesidir. Kavram, bu boyutuyla kendi evrimi içinde çoğunluğun inandığı şeyin hakikatle bağını çoğunluğun itirazına rağmen sorgulama cesaretiyle de ilişkilenmiştir.
“İnsan insan derler idi / İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi / Ben can nedir şimdi bildim…” Muhyiddin Abdal
Bu özel söz ediminin; söylenecek sözü olanı, doğruyu söyleyerek sorumluluğunu yerine getirdiğinde başına gelebilecekleri göze alma cesareti ile hakikatten kaçmanın rahatlığı arasında bir ikilemde bırakacağı açıktır! Korkusuzluk, sözün söylendiği toplumsal-politik bağlamda kuşkusuz ki bir bedelle gelir. İşte bütün mesele o bedeli göze alabilmektir. Çoğunluğun peşine düştüğü hakikatin aslında bir yanılsama olduğunu korkusuzca iddia etmek tarihsel süreç içinde kişinin yaşamını feda etmesiyle sonuçlanmıştır.
Peki doğruyu söylemek, hakikati göstermek her zaman böylesi bir risk mi taşır?
Gerçek anlamda demokratik ülkelerde, yani herkesin fikrinin eşit ölçüde değerli bulunduğu ve herkesin düşüncesini özgürce ifade etme hakkının sonuna değin kullanılabildiği ülkelerde “doğrunun” safında yer alıp, bir başka hakikat olduğunu söylemek bu tür bir ölümcül risk taşımaz elbette. Çünkü ideal anlamda demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü temelinde kendisini var eden bir rejimdir. Ancak altını çizerek ifade etmeliyim ki burada sözünü ettiğim “ideal demokrasi”, günümüzde çoğunluğun zorbalığına varan temsili demokrasiyle uzaktan yakından ilintili değildir!
Her tekil düşüncenin ve sözün bizzat kendine yer bulduğu bir demokrasi iklimi bu, ve işte tam da bu yüzden “ideal” … Bu tür çoğulcu demokrasi her doğruya, her hakikate yer vereceği için, genel-geçer sanılan doğruların ve hakikatlerin başka doğrular ve hakikatler tarafından sınanmasına, ve hatta çökertilmesine, izin verir. Bu yüzden de, ideal demokrasilerde doğruyu söylemek, başka bir hakikat olduğunu iddia etmek ölüm-dirim meselesi olmaktan çıkar.
Oysa, sadece çıkar gruplarının temsil edildiği alana dönüştürülen günümüz demokrasilerinde, bu grubun çıkarlarına ters düşecek gerçekleri dillendirmek, kişinin değil geleceğini yaşamını riske etmesini gerektirecek denli ciddi bir cesaret işidir. Ama olsun sükut değil, sözdür altın olan. Sessiz kalarak yalanın safında onursuzca yer almaktansa, onurluca gerçeği yalnızca gerçeği haykırmak insana en çok yaraşan.
Susmak, suça ortak olmak demektir. Bu öyle bir ikilemdir ki, sözün sahibi öncelikle kendisini, olanca benliğiyle ortaya koymaktadır. Günümüz koşullarında “Dezenformasyon” ve “Etki ajanlığı” suçlamalarını göze almak kolay bir tercih değildir! Konuşanın, konuşmama özgürlüğüne sahipken her ne pahasına olursa olsun konuşmayı yeğlemesiyle ortaya çıkan bu konumlanma kuşkusuz ki çok değerli.
Tıpkı Sinan Ateş cinayeti yargılamalarında, Mahkeme heyetinin tanık ifadelerini ve konuya ilişkin tutanakları görmezden gelmesine karşın, maktulün eşinin “ölümü göze aldım, bugün bunları söyleyemezsem bir daha söyleyemem” diyerek, kendi özelleri dahil daha önce korktuğu için veremediği, İkisi Genel Bşk. Yardımcısı dört MHP’li ismi telaffuz etmesi… Cinayet soruşturmasında görev alan polis şefi Kerem Gökay Öner’in, cinayet zanlısı Tolgahan Demirtaş’ın sokakta değil, dönemin Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un bulunduğu evde gözaltına alındığını belirterek meslektaşları hakkında suç duyurusunda bulunması gibi…
Makam-mevki ya da korku belasına, sinip, susup sessizlik şalının altında saklanmaktansa!.. Gerçekten yana tavır almak, doğruyu korkusuzca dile getirmeyi seçmek her şeyden önce konuşamayanlara olan borcumuzdurda.
Tarihin bu kritik eşiğinde Polyannacılık oynayarak kendimizi aldatmayalım dostlarım. “her şey güzel olacak” demekle de hiçbir şey kendiliğinden çok güzel olmuyor. Güzellikler uğruna bedel ödemeyi göze almakla olanaklı!..
Sevgiyle, dostlukla.
Kısacık yaşamda doğruları da konuşmayacaksak ağız neye dil neye yarar.!
Kutluyorum
Çok teşekkür ederim değerli dost.