Oyun kurma yeteneğini bu kez de, İsrail’in bölgede yarattığı şiddet sarmalına gerekçeleyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Meclis açış konuşmasında ‘İç cepheyi tahkim etme’ şeklindeki açıklaması ve hemen ardından Devlet Bahçeli’nin de 360 derece çark edip bu çağrıya katılması;
Adı, yöntemi ve hedefi çok da anlaşılamayan sürecin kapılarının ardına kadar açılmasına vesile oluverdi. Cumhur ittifakının hızla eriyen oy kaybını engellemek adına itinayla kurgulanıp ilmik ilmik ördüğü sürecin, öncelikle ‘DEM’i hedeflediği ve bir kez daha yüzünü Kürt oylarına oylarına dönüp, ‘tarafınızı seçin’ dediği açıkça gözlenmektedir.
Diğer yandan DEM’in oyunun %20’lerde olduğu çok politik bir bölge olan İstanbul- Esenyurt’un ‘Kent Uzlaşısı’ ile seçilmiş olan Belediye Başkanı Ahmet Özer’in, şafak operasyonuyla evinin basılıp gözaltına alınması ve belediyeye anında kayyım atanması siyasi kulislerde şaşkınlığa neden oldu.
Cumhuriyet Bayramı konuşmasının hemen sonrasında, operasyon düğmesine basılması ise ‘el yükseltmeyle!’ izah edilemeyecek denli, manidar bir zamanlama olarak değerlendirildi!
‘Bazen gökyüzünde siyah bulutlar olur;
Gökyüzü bu siyah bulutlar yüzünden değişmez. Ve bazen beyaz bulutlarda olur ve gökyüzü bu beyaz bulutlar yüzünden de değişmez!
Bulutlar gelir ve giderler gökyüzü baki kalır.
Sen gökyüzüsün ve düşüncelerinde bulutlardır.
Eğer düşüncelerini titizlikle izlersen, eğer onları kaçırmazsan, eğer onlara doğrudan bakarsan ilk şey bunu anlamak olacaktır ve bu çok büyük bir kavrayıştır.
Bu senin Aydınlanmanın başlangıcıdır. Artık sen uykuda değilsin, artık gelip giden bulutlarla özdeş değilsin, artık sonsuza dek baki kalacağını biliyorsun. Tüm kaygın yok olur.’ (*)
Tüm kaygılarından arınıp, kişinin kendisiyle yüzleşebilmesi, pir-ü pak bir ruh haliyle insanlarla demokratik bir iklimde buluşup kardeşçe kucaklaşması, insana bahşedilen en büyük armağandır diye düşünüyorum.
Kuşkusuz ki demokrasi bir hoşgörü ve uzlaşma rejimidir. Ama koşulsuz uzlaşma olmaz. Yok eğer temel ilkelerden ödün vererek uzlaşırsanız eğer, uğruna onca acılara katlandığınız ‘barışın” da geçici olduğunu çok geçmeden anlar ve sadece ilkelerinizi yitirmekle kalmaz, giderek onurlu bir barış umudunu da yitirirsiniz.
Ve geriye teslim olmaktan başka hiçbir seçenek kalmaz!
Tam da Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın Cumhuriyetin Temel İlkelerinden ödün vere vere gelinen son noktayı tariflediği bir büyük tespit, dahası bir yargılama; ‘Sözde’ mutabakata! Ben sadık kaldım, sen kalmadın tartışmalarının içerisinde asıl keten pereye getirilenin! Laiklik ilkesi ile Laiklik savunusunun olduğunu, bunu da aymazca kabullenmenin. Teslim olma anlamına geldiğini görmemek olmaz.
Uzlaşı, yaşamda karşılık bulduğunda kuşkusuz güzel bir sözcüktür. Ama aldatıcıdır, özellikle ‘kandırılanlar dünyasında!’ pekâlâ biat’a yorulabiliyor!
Yıllar yılı içselleştirdiği biat kültürüyle, yetiştirilmiş kitlelerin karşıtıyla uzlaşması tam bir ütopyadır. Anayasa Mahkemesinin vakti zamanında vermiş olduğu ‘laiklik karşıtı eylemlerin odağı olma’ kararına itiraz edip, yok hükmünde görenlerin! İktidar olunca bildiklerini okuyup, özlemlerini hızla gerçekleştirme telaşlarını onaylamasam da bir biçimiyle anlayabiliyorum! Anlayamadığım, İyi niyetlerinden kuşku duymadığımız bazı kişi ve kurumların, Cumhuriyet devrimlerine ve özgürlüklerine bağlı milyonlarca yurttaşımızın böylesine bir uzlaşının tarafı olabileceğine ve kabulleneceğine nasıl inanıyor olmalarıdır.
Böyle bir durumun demokrasinin kaçınılmaz sonucu olduğunu nasıl dillerine alabiliyorlar?
Aydınlıkla karanlık, bilgi ile cehalet, doğru ile yanlış, hiçbir koşulda uzlaşabilir değildir. Uzlaşma kandırmacasından murat edilen, teslim bayrağının sarayın burçlarına çekilmesinden başka bir sonuca ulaşmaz!
Sevgiyle, dostlukla.
(*) Osho’dan seçmeler.