Her fırsatta cumhuriyetin sinir uçlarına dokunup, depremden-ekonomik krize tüm kritik eşiklerde irtifa kaybeden iktidar pratiğinin halen birinci parti konumunu sürdürmesine kayıtsız kalıp! Kendi içinde iktidar kavgasına tutuşan “kayıt dışı” siyasi kadrolardan değişme-dönüşüm beklentisi hiç kuşkusuz safdilliğe eşdeğer!
Oysa, bireysel ya da toplumsal yaşamda değişim-değişme yaşamın vazgeçilmez bir gerçeğidir. Mevcut ya da var olan durumdan bir ayrılma, bir farklılaşmadır. Hayatta farkına varalım ya da varmayalım değişme her zaman olur; ancak arzu edilen değişmenin planlı olmasıdır. Bu türden değişime özellikle de siyasal “literatürde “devrim” adı verilir. Bu genel kabulü reddedip sadece geçmişe ya da şimdiki zamana önem verenler, bütün zamanlarda geleceği kaçıranlar olmuşlardır. Çünkü, “geçmişin keşkeleri ve geleceğin endişeleri şu anımızı çalan iki hırsızdır.” (*)
Bu öngörü düzleminde, büyük önder Atatürk tarafından çağına uyumlu olarak kurulup geleceği kucaklayan CHP; Anti-emperyalist çizgide, imtiyazsız, sınıfsız bir toplum yaratma ilkeleri üzerine kurulmuş devrimci bir partidir. Kuruluş özünde sol motifler vardır. Ama ne yazık ki, bu dönüşümü gerçekleştirmekten uzak yeteneksiz politikacılar eliyle, yoksul çoğunluğun yanında pozisyon tutacağı siyasal evrimi bir türlü gerçekleştirememiştir.
“Ortanın Solu” söyleminin dahi, insanların yüreklerini dalgalandırıp, CHP’nin oylarını yüzde kırklara taşıdığı 1970’ li yılların o görkemli deneyimini reddeden, gündelik yaşamdan kopuk kavram ve aktörlerle örülü bir üst yapının toplumu taşıdığı son nokta, maalesef hayal kırıklığından ve “duygusal kopuştan” öteye varmıyor.
Kurtuluş savaşının antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı mücadelesinden gücünü alan CHP’nin, koltuk sevdalısı siyasetçiler eliyle tarihsel köklerinden kopartılıp, merkez sağa yelken açan bir partiye dönüştürülmesi. Ve her kaybedilen seçimin ardından, sol bir partide olması gereken “Özeleştiri” mekanizmasının yerine hiçbir şey olmamış gibi, yenilginin eleştirilerini kurultay talepleri arasında bir başka bahara ötelemeye çalışmak kabul edilebilir değildir.
Değil siyaset bilimcisi, her hangi öngörü sahibi yurttaşımızın dahi ifade edebileceği gibi; Sol, bir “ilkeler bütünü” dür. Söz konusu evrensel ilkelerin yaşamda karşılık bulması için belli bir süreci ve hepsinden önemlisi, zor içinde olgunlaşmayı öngörür. Kadro, örgüt, program ve siyaset yapma tarzını kapsayacak bütünlüklü bir değişim kendini sol olarak tanımlayan bir partinin vazgeçilmezidir.
Değişimi koltukların değiştirilmesine yoranlarca partinin zirvelerinde kopartılan fırtınanın, il kongrelerinde tüzük ve liste tartışmalarına hatta kavga boyutuna taşınması, daha şimdiden önümüzdeki kurultayın alelade bir kurultay olmayacağının sinyallerini verirken, “tarihin ironisi bitmez” dedirten olaylara teğet geçiyoruz.
Yaşatılan onca kırgınlığın ve duygusal kopuşun kefareti olsa gerek, nihayet “ demokratik bir tüzük oluşturmanın MYK’nın en önemli görevlerinden biri olduğunu” hatırlayan parti yöneticileri! Eylül ayı sonunda tüzük değişikliği taslağının kamuoyu ile paylaşılacağı müjdesiyle yüreğimize su serpiyorlar!
Umarım büyük önem atfedilen yeni tüzük değişikliği, parti tabanının ( özellikle de bu konuda bıkmadan, yorulmadan mücadele veren sevgili Ahmet Dar’ın) beklentileri doğrultusunda; Bölgeci, mezhepçi, rantçı, lümpen üye hegemonyasına son verilip, inançlı, kararlı, donanımlı kadroların bölge ve kimlik ayrımı yapılmaksızın, “önseçim delegesi olarak” katılıp, “çarşaf liste” uygulamasıyla adayını, yönetime taşımasının koşullarının oluşturulmasına olanak sağlar.
“Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında yeni bir siyaset anlayışını yerleştirmek, toplumsal birlikteliği en üst düzeye çıkartmak, krizlerin değil çözümlerin konuşulduğu bir süreci örgütlemek için” yola çıkış iddialarının söylemden öte, siyasi arenada anlam bulacağı…
On yıllardır görevde bulunanların dillerinde pelesenk “Değişimden” değil de, toplum olarak 1923’de gerçekleştirdiğimiz “dönüşüm den” yeniden bahsedeceğimiz günlerin özlemiyle dostlarım.
(*) –Üstün Dökmen
Teşekkürler