EKSİK VE SAHİPSİZ!.. En yalın ifadeyle tam bir kuşatılmışlık! Bir yanda “olmaz bu memleket iflah olmaz” diye neredeyse tef çalıp oynayacak işbirlikçi taifesi. Diğer yanda , cumhuriyet haraç mezat pazarlanırken, köşelerine çekilmiş “dur bakalım ne olacak” diye bekleyen bir garip topluluk! Çözüme ilişkin hiçbir öneri sunmadıkları gibi her iki taraf, ürkek ve günahkar. Gerçek ise eksik ve sahipsiz, daha doğrusu teşhise muhtaç! Orta yerde bir saat sarkacı gibi sallanıp duruyor! Oysa Türkiye’nin olası sorunları ve çözüm sistematiği, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasınca, güçler ayrılığı ilkesine uygun yanıt sunuyor; -Cumhurbaşkanı - Hükümet -Parlamento - Siyasi Partiler -Anayasa Mahkemesi-Danıştay-Yargıtay -Üniversiteler-Sendikalar-Meslek Odaları- Basın, Her türden baskı gurubu ve serbest seçimler ile dönüşen demokratik bir düzen, tüm kurumlarıyla “şeklen” görkemli varlığını sürdürmekte! Peki madem öyledir, o zaman devletin kurumlarının, sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerle sürekli davalı oluşu ve ortada fokundayan bu cadı kazanı, hangi erkler ayrılığının ifadesidir? Bu perspektiften bakıldığında, yasama, yürütme, yargı gerçekten bağımsız mıdır? Kağıt üzerinde evet! Zira erkler ayrılığının, erkler birliğine dönüştürüldüğü bir sistemde, başlığı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası” olan “2709 sayılı Kanun” Türkiye’de yürürlükte kalmaya devam edecektir. Ancak bu “Kanun” gerçek anlamda bir Anayasa değil, iktidarı sınırlandırmaktan uzak, vatandaşın temel hak ve özgürlüklerini devlet karşısında korumayan bir kağıt parçasından başka bir şey olmayacaktır. Böyle bir kağıt parçasına anayasa hukuku literatüründe “görünüşte anayasa (façede constutition)” veya “sahte anayasa (fake constitution)” ve hatta “tuzak anayasa (trap constitution)” denmektedir. Türkiye’nin yönetsel “sosyal-ekonomik-politik” onca sorununa karşın; Demokratik bir düzenin vazgeçilmez unsuru sayılan sivil toplum yapılanmaları, müşterek ve çelişik çıkarları konusundaki taleplerini, hiçbir baskı altında kalmadan özgürce dile getirip, çözüme ilişkin ortak bir irade ortaya koyabiliyorlar mı? Ya da, kocaman sütunlu kapalı kapılar ardında usulen gerçekleşen oturumlarla, ulus adına 85 milyon yurttaşımızın geleceğini oylayanlar. Karar süreçlerinde halkın öngörüsüne başvurup, toplumun talepleri doğrultusunda kamucu bir uygulamayı gerçekleştirebiliyorlar mı? Tabii ki hayır, baskı guruplarının by pas edildiği bir ortamda. Toplumu ipotek altına alan karar ve uygulamaların hiçbir aşamasına müdahil olamayan halk, celladına aşık olanların tevekkülüyle her çağrılışta alanları doldurup, ardından oylarıyla ödüllendiriyor! Liyakatsız kaptanlar eliyle battık, batıyoruz yaygaraları arasında mucizelerden medet umulmakta. Zaman zaman ortaya atılan, hangi mahfillerde, kimlerin ve hangi güçlerin elinde şekillendiği meçhul cankurtaran simidi görünümlü formüllerle avunup, huşu içinde godot beklenilmektedir! Oysa Mustafa Kemal Atatürk, Anıttepe’den; “Cumhuriyet Bilhassa Kimsesizlerin Kimsesidir” diye seslenerek seçeneklerin en onurlusunu, “Cumhuriyet’te” buluşmayı öneriyor… Duyuyor musunuz? Sevgiyle, dostlukla