Her ne kadar nedenleri belli olsa da;
Türkiye’de bugün, Cumhuriyet’e ve değerlerine yürekten bağlı herkes, ülkenin geleceği noktasında ifade edemediği gizli bir tedirginliği de beraberinde taşıyor.
“Acaba itiraz edersem başıma iş mi açarım?” diye iç geçiriyor!
Bugünün gerçeğinden korkup, başını kuma gömenlere sormak istiyorum;
Bu mudur yurtseverlik, bu mudur Cumhuriyet sevdası, bu mudur İlericilik?
Çağının en büyük devrimcisi Atatürk’ün, işaret ettiği “Türk istikbalinin fikri hür, İrfanı hür, Vicdanı hür” evlatları, nasıl olmuşta tam bağımsız Türkiye hedefinden bu kadar uzağa düşüp, sinip, susup sessizliğe bürünmüşlerdir?
Eğer bugün hırsızlık ve yolsuzluk ayyuka çıkmış, kamu malları talan edilmiş, daha doğmamış bebelerin yarınları çalınıp, özgürlük ve eşitlik çığlıkları çifte kelepçeyle kısılıyorsa; Bunun nedeni insanların korkak ya da kimliksiz olmaları değil, son yıllarda gemi azılı alan yoksulluğu kader, ölümleri fıtrat diye dayatan düzenbazların meydanı boş bulmasındandır.
Otoriter, tek merkezli iktidarlarda, siyasetçilerden öte zincirin en önemli halkasını oluşturan bürokratları halk çokta bilmez. Bu nedenle de yapılanın hesabı sütre gerisinde kalan bürokratlardan sorulmaz. Hükümetler değişse de iktidar çarkı hiç değişmez
Eğer siz hırsız, arsız ve sonuçta kimliksiz insanlar üreten bu yönetim anlayışına tümden karşı çıkmaz, ortağınız ya da yakınınız hırsızlık yaparken yakalandığında, makamınızı kullanıp onu sakınırsanız, hukukun dışına çıkıp, hırsızların işbirlikçisi olursunuz. Salt bu nedenle, siyasetçi-bürokrat-işadamı üçlüsü tarafından parsellenen merkezi yapıyı halka yaymak, halkın haklarına saygı duymak zorundayız.
Bunun da yolu yerel yönetimlere ağırlık verip; belediye meclislerini yerel parlamentolara dönüştürmekten ve yurttaşlarımızın sorunlarını, onlarla birlikte yaşadıkları yerde çözmekten geçer. Şunun şurasında 2024’te yapılacak yerel seçimlere yaklaşık dört aylık bir zaman kalmış olmasına karşın iktidarıyla muhalefetiyle siyasi partilerin; çoğu il ve ilçelerde adayları halen belirlenmiş bile değil. AKP aday belirleme sürecini 9-17 Kasım tarihleri arasına taşırken, CHP’de 21 Kasım’da başlayan adaylık başvuruları 5 Aralık’a kadar ertelenmiş durumda.
Her iki partide de temayül yoklamaları ve anketlerin aday belirleme sürecinde rol oynayacağı vurgulansa da son erimde karar, kapalı kapılar ardında ve seçmene danışılmayan pazarlıklar sonunda alınacak. Bir kez daha zaman darlığına gerekçelenip savuşturulan “önseçim” sıkıntısı! Geleneksel siyaset parti içi ilişkiler, kapalı devre pazarlıklar, hatta uzaktan kumandalı yandaşlık veya hasımlık ekseninde şekillenecek!
Oysa dünyada demokrasinin beşiği olarak tanımlanan yerel yönetimlerde yöneticiler önsesimle belirlendiğinden, iktidarın açıktan “gizli ortakları” olamayacağı için, hataların ve sevapların muhatabı bellidir. Dolayısıyla yöneticiler kararlarını alırken daha titiz, şeffaf ve adil davranmak zorundadırlar. Zorundadırlar zira demokrasilerde “kent yaşayanları” her seçimde kente karşı işlenmiş suçları cezalandırıp başarıları ödüllendirebilme kabiliyetine sahiptirler.
Katılımcılığı önceleyip karar süreçlerine müdahil olan bilinçli seçmenin, kent yurttaşlığından ne anladığı ve yerel yönetimden beklentileri, kendi hür iradesiyle belirlediği adayı fikri takibiyle olanaklıdır. Beklentiler merkezi yapının kendini korumasıyla sınırlı kalınca seçimler gerçek bir seçim olmadığı gibi adayların da seçmen gözünde birbirinden farkı kalmıyor.
Kendini kente ve kent yaşayanlarına karşı değil de “atayana” karşı sorumlu hisseden bir yönetim anlayışının tercih edilişi, doğal olarak kentsel yaşamın dinamiklerini bambaşka bir düzleme sürüklüyor! Geleneksel siyasetin keşmekeşinden çıkamayan yerel yönetimler böylece dünyadaki değişimden hiçbir şekilde yararlanmamış oluyor.
Bu bağlamda önümüzdeki yerel seçimlerin salt “yerel” yöneticileri belirleyecek olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta yerel yöneticiler belirlenecektir ama bu seçimler öncesi muhaliflerin anlatacakları “hikaye” nedir? Ne için oy isteyecekler?
Parti içi kadro paylaşımının tavan yaptığı siyaset arenasında fırsat bulup da kendi hikayesini yazmaktan aciz kalacak yöneticiler, sadece seçim kaybetmekle kalmayıp yurttaşlarımıza bir kez daha duygusal kopuşu, hak etmediği bir ezikliği ve hak etmediği bir umutsuzluğu yaşatacaklarının bilincinde olarak hareket etmek zorundadırlar.
Zira gün, seçmenin anasının ak sütü gibi kutsal oyunu, bütün zamanların vazgeçilmezi seçim simsarlarından koruma telaşında direnip bir ışık aradığı gündür!
Unutulmasın ki, bu verimli topraklarda umut her zaman vardır…
Var olacaktır!
Sevgiyle, dostlukla.