Hayli zaman var ki demokrasiden oldukça uzağız, çok bekledik, çok uzun sustuk. “Silivri soğuktur” ile sustuk, gazetecilerin, akademisyenlerin, aktivistlerin, hatta milletvekillerinin başına gelenleri gördükçe sustuk.
Otosansür, dezenformasyondan öte neredeyse genlerimize işledi. “Başıma bir şey gelir mi?” diye düşünmeden ağzımızı açamaz olduk. Artık zihnimizi yeniden özgür kılmak ve hayal gücünü iktidara taşımak için kat etmemiz gereken yol eskisinden çok daha uzun ve ayrımsız mayın döşeli!
Son erimde iktidarın AYM “krizi” üzerinden verdiği mesajlar ve atmayı düşündüğü adımlar bundan sonra bu yönde bir çabanın da olamayacağını, mevcut rejim açısından hukuk devleti görüntüsü vermenin dahi yük haline geldiğini ve her haliyle tamamen iktidarın inisiyatifine kalmış olduğunu gösteriyor.
Oysa evrensel hukuk normlarının tanımladığı “Hukuk Devleti” kavramının olmazsa olmazı; Erkler ya da güçler ayrılığı. En yalın tanımıyla, devlet gücünün “birbirinden ayrı organlar eliyle” dağıtıldığı yönetim anlayışıdır.
Erkler ayrılığı ilkesini, devletin ve Anayasanın temeli olarak kabullenip özümsemiş devletlerin en dikkat edilmesi gereken yanı, bağımsız yargı ile ilişkisinde ve etkinliğinde aranır. Dolayısıyla “yargı erki”, hak dağıtan yapısı nedeniyle herhangi bir etkiden kayıtsız koşulsuz bağımsız olmalıdır.
Yargıya tanınan bu güvence bir ayrıcalık değil, adaletin gerçekleştirilmesinin bir aracıdır. Bu bağlamda, mevcut Anayasamızın 7-8 ve 9.ncu maddeleri, erkler ayrılığı ilkesi ışığında düzenlenip,138.nci maddesiyle güvence altına alınmıştır;
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 138: Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz., görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve Yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve hükmün yerine getirilmesini geciktiremez.”
Anayasal hükümlere karşın, Anayasanın dahi fiili durum yaratılarak bay-pas edildiği bir ortamda. Susup devletin özel talimatlarla yönetilmesine seyirci kalmak, ne Cumhuriyetin Anayasal kurumlarına nede Türk hukuk sistemine yaraşan bir davranış değildir.
Hani “hafızayı beşer nisyanla maluldür” diye bir iddialı bir durum değerlendirmesi vardır ya? Yani insan aklının unutkanlıkla sakat olma hali, işte tam da ona denk gelen nice nevrotik vakayı toplum olarak pas geçtik! Kişilik bozukluğu tavan yapan adam gaza gelip; “Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” sözleriyle Cumhuriyeti haksız ve mesnetsiz hedefine taşımıştı
Yetinmemiş olacak ki yine aynı Mahir Ünal, Genel Başkan Yardımcısı olduğu partisinin 7. Olağan Kongre öncesinde; “Hazırlıklarımızı tamamlamamız 19 yıl sürdü, asıl şimdi başlıyoruz!” veciz açıklamasıyla gizli ajandalarını zaten ifşa etmişti!
Ve fakat en büyük ilanen itiraf; 2014 yılında, dönemin TBMM Başkanı Cemil Çiçek tarafından TBMM’de düzenlenen Vizyon toplantısında gerçekleşendi!
“…Anayasanın 138.nci maddesi (mahkemelerin bağımsızlığı maddesi) bu memlekette ÖLMÜŞTÜR! Hukuk, adaletin enstrümanıdır, siyasetin değil. Soruşturmaların gizliliğine uyması gerekenler uymuyor, buna da isyan ediyorum! Uymayanlar varsa bunlar içinde gereğinin yapılması lazım! Soruşturma yaparken kimse kendini kanunların, hukukun üstünde kabul edemez…”
Bu iddiaları ve isyanı, kamuoyuyla paylaşan yakınıcının zamanın Türkiye Cumhuriyeti Meclis Başkanı olması ziyadesiyle manidar değil mi? Ama biz toplum olarak iktidar kanadından gelen bu yakıcı açıklamalarla dahi durumun vahametini halen kavrayamıyorsak eğer.
O zaman, CIA eski Türkiye istasyon şefi, Paul Bernard Hanze’nin 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu iddia edilen Türkiye Raporu belki zihin açıcı olabilir diye düşünüyorum!
“Türkiye’nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekanizmalarını çok sıkı tutmuşlar.
Hükümeti ikna ettiğimizde, meclis; Meclisi ikna ettiğimizde, ordu; Orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor.
Eğer, Amerika’nın çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise. Mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek bir elde toplayan Başkanlık Rejimine geçilmelidir.
Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır.” (*)
Tüm bu olup bitenler. Ve seslendirilen Anayasa değişikliğiyle nelerin hedeflendiğini! Kimlerin kimlerle kol kola girip, tepemizde tepindiğinin açık ve net izahı olmuyor mu sizce?
Sevgiyle, dostlukla…
(*)-Rehan Gündoğmuş-ZDF