Umut, ancak birlikte hareket edebilme koşullarının oluştuğu bir ortamda olanağa dönüşebilir dostlarım. Herkesin keyfiliği özgürlükle karıştırdığı, bencilliğin, yalnızlaşmanın, ıssızlığın bütün ilişkileri belirleyip, toplumun çözüldüğü bir ortamda, umut zedelenip zarar görüyor.
Özellikle de toplumsal beklentilerin söz konusu olduğu, ama toplumsal dayanışma koşullarının oluşmadığı bir ortamda, hiç kimse bir diğerinin elini tutup derdini görmeden kendisi için bir gelecek planlayamaz bence. Dolayısıyla geleceğimiz birbirimizin geleceğinden besleniyor. Ve bizi birliktelikten alıkoyup kuşatan, keyfiliğin, bencilliğin… yalnızlığı dayattığı ölçüde açmazlarımızı da derinleştireceği açıktır!
Bu bağlamda “Umut kötüdür, çünkü acıyı uzatır” diye öngören Nietzsche’nin seslenişine, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi “Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.” duygudaşlığıyla yanıt vermek gerekir.
Kuşkusuz ki geleceğe olan inancın kaybı, umudun uzun süre yeşermesini engelleyecek denli telafisiz. Adaletin esamesi salt mahkemelerde değil, gündelik hayatımızdaki ilişkilerimizde dahi okunmuyor artık. Tek kişi için yasa çıkartan, istediği düzenlemeyi o günkü ruh haline göre torbaya koyan, tek bir yasayı aynı gerekçeyle sayısız kere değiştirmekten geri durmayan bir süreci demokrasi diye tariflemenin. Sınırları tanımlanabilir bir hukuksal düzenin çoktan yok edildiğinin ayırdına varamayıp, bu farkındalıkla hareket edememenin bedeli çok ağır!
Kayyım uygulamalarıyla aslında seçmenin cezalandırıldığı bir sistemi, kuralları varmış gibi varsaymanın, örneğin; seçimleri dört gözle beklemenin bir nevrozdan ibaret olduğunu anlamamız gerekiyor. Tıpkı orta sınıfı ortadan kaldırıp varsılı daha varsıl, yoksulu bir dilim ekmeğe mahkum eden ekonomi reçetelerinin sonuçlarını yaşayarak görmek gibi. Yani gerçekle aramızdaki mesafe büyük, giderek de açılıyor.
Ama biz gerçekliğine inanmak istediklerimize sımsıkı sarılmışız. Onların gözümüzün önünde birer birer yok edildiklerine inanmak istemiyoruz. Kutsadığımız devletin; İnsan haklarına saygılı, bir sosyal devlet olduğuna, laik olduğuna, hukuk devleti olduğuna, halen cumhuriyet olduğuna, halen bir demokrasi olduğuna, halen seçimlerin her derdimize deva olacağına dair bir ısrarımız var. Oysa olan bitenleri doğru gözlemleyip, bu adlandırmaların artık hiçbir maddi karşılığının kalmadığı gerçeğiyle yüzleşmek durumundayız!
Diğer yandan, olmayanın gerçekliğine inanarak kendini kandırmak kolaydır. Oysa bu bir paradoks ve biz bunlara inandıkça harekete geçemiyoruz, harekete geçemeyince bunlara inanmayı daha çok istiyoruz. Sonuçta bu çelişkilerle boğuşurken geleceğimizi yok ediyoruz.
Bir an önce içinde bulunduğumuz bu sanrıdan kurtulacağımızı ummak istiyorum. İstiyorum ancak; ideolojilerin siyasetçi eliyle iğdiş edilip, pozisyon kapmanın ve koltuk fetişizminin öne çıktığı bir dönemde. Bu tür önemli başlıkları tartışmak için belki de ilk adımlardan biri;
Kişi ve grup yararı değil, yoldaşlık hukukunu tesis etmek, siyasette azalmanın değil, tam tersine çoğullaşmanın peşinde olmak, küçük hesapların değil, büyük hedeflerin yolcusu olma iradesini ortaya koyabilmektir.
Bunun için de, gelecek hayali kurmayı ve geleceği konuşmayı unutan bir halka, yaşadıklarını hatırlatmak değil, kurtuluş ve kuruluş hayalini yeniden kurdurabilmek için ısrarcı olmak en büyük ödev.
Sevgiyle, dostlukla…