Tıp doktorlarının çok sık başvurduğu 'Multifaktöryel ' diye bir terim vardır. Genelde pek çok hastalığın sebeplerini anlatmaya çalışırken kullanılır. Çok severim, sık sık da dile getiririm. Konu hakkında çok ayrıntılı bilgilere sahip değilseniz, ya da ayrıntıya girmek istemiyorsanız hemen imdadınıza yetişiverir.
Mesela 'Şeker hastalığının sebebi nedir hocam?' diye sorduklarında Multifaktöryel deyin, cevap doğru olur. 'Tansiyon hastalığı neden olur hocam ?' sorusuna da aynı cevabı yapıştırabilirsiniz, oraya da yakışır. Peki ya kanser ? Oraya da olur. O hastalık, bu hastalık fark etmez, “Multifaktöryel” deyin geçin. Havalı da durur, karşıdaki çekinir: 'O da ne demek' diye ısrar edemez. Siz de güzel afilli bir cevap vermiş olmanın gururunu yaşarsınız.
Neyse ...
Başarı ve başarısızlık multifaktöriyeldir. Her ikisi de çok fazla etkenin sonucudur. Genelde hayatın sırrını veren konuşmacılar basit ve kısa cümlelerle bu yolculuğu özetlemeye çalışırlar ama aslında ortada sır mır yoktur. Sebepler ve sonuçlar ilişkisinin öngörülebilir tekrarları vardır.
Örneğin 11 kişilik takımlar halinde oynanan bir oyunda amacınız top denen meşin cismi el teması olmadan hedef alana ulaştırmaksa! O cismi oraya el teması olmadan ulaştıramazsanız oyunun amacını elde edemezsiniz. Eğer istediğiniz sadece eğlenmekse, eğlenebilirsiniz fakat hedef kazanmak ve karşılığında sembolik yada paha biçilir bir şeyler edinmekse, işte o içi boş yuvarlak oyuncağı oyunun kuralı gereği kale çizgisi denilen hattın arkasına geçireceksiniz. Artık ayaklarınızla vura tepe mi, ite kaka mı, kafanızla, omuzunuzla, kalçanızla hatta poponuzla mı olur? Orasını bilemem ama! O top çizgiyi geçmelidir. O top o çizgiyi geçmediği müddetçe, oyun kurma bilginizin, oyunu oynama becerinizin hiçbir önemi yoktur. Oyuncağınızın ne kadar süre ile sizde kaldığının, ne kadar süre ile bir birinize paslandığınızın bir ederi yoktur!
Daha önce de yazmıştım İstatistiğe bayılırım, istatistik yalan söylemez ama futbol bir istatistik bilimi değildir. Futbol bir spor müsabakasıdır. Sporcuların takım halinde yarıştıkları bir oyundur. Oyunun tek hedefi puan alabilmektir. 1 puan alabilmeniz için gol yememeniz yeterlidir. 3 puan alabilmek için içim illaki gol atmak zorundasınız. Özetle, mevzu hep gol denilen olayla ilgili. Ya yemeyeceksiniz ya rakibiniz kadar atacaksınız ya da en iyisi rakibimizden fazla atacaksınız!
Bir de en kolayı Başakşehir maçında olduğu gibi rakibinizin kalecisi topu bacaklarının arasından kaçıracak, o sayede 3 puanı siz alacaksınız.
Yazılarımı genelde Trabzonspor Futbol Takımın maçları üzerinden yazmayı seviyorum çünkü aklım fikrim Trabzonspor. Yatıyorum maç, kalkıyorum skor, yuvarlanıyorum 3 puan. Doğdum, büyüdüm neredeyse yaşlandım her hafta, her hafta sonu Trabzonspor. Yanlış anlamayın mevzu futbol sevgisi falan değil, mevzu Trabzonspor' un oynadığı maçı kazanması. Kazandı mıydı 'oh ne güzel', işler yolunda. Hayata dair dert de yok, efkâr da yok!
Kaybedildiyse eğer 3 puan, pazar gecesi melankolisinden, pazartesi sendromuna bağla gitsin. Bütün hafta yeni maçı bekle ki geçsin!
Uzun zamandan beri ilk defa Başakşehir maçındaki galibiyetimize çok da sevinemedim. İlk dakikalardaki coşkulu oyunumuzun getirdiği pozisyonlar golle sonuçlanmayınca, ne bileyim aklıma Alanya maçı geldi.
Soldan kanattan ceza sahasına taşıdığı topu gole ya da asiste çeviremeyen Trezeguet bendeki 'ne olacak bu takımın hali' hissini köpürttü. Sonrasında Bakasetas'ın gayreti ve ısrarı skoru 1- 0 yükseltse de kafamdaki şüpheyi dağıtmaya yetmedi.
Gol atmaz forvetlerimizden Maxi Gomez fenere attığı goldeki pozisyone benzer ara pası bu sefer ters kanattan aldıysa da gücü mü yetmedi dersiniz, karşıdaki stoper mi cevval çıktı dersiniz, pozisyonu eritti bitirdi.
Sonra ligin sonuncusu Ümraniye karşısında neredeyse pozisyon bulamadan geçirdiğimiz 90 dakika, bendeki olmaz bu iş kaygısını iyice harladı. Maçı sunan spiker Hügo'nun son dakikalarda forvette oynamaya başlamasıyla ilgili olarak biraz da alaycı bir tavırla Hamdi 'ye ne düşündüğünü sorunca, bi ayıldım bi kendime geldim.
Duran pozisyonlarda tamam da, hareketli maç sırasında yılların stoperi Hügo 'yu forvet olarak oynatmak! Bu ne çaresizlik diye düşündüm. Hamdi hoca kenar ortalarına kafaya çıkabilecek oyuncuyu ileride tutma fikri anlaşılabilir gibisinden bir cevap veriyordu ki, Hügo'nun muhteşem kafası ve gol !!!
O an sezon geri döndü, Sonra Maxi Gomez geri döndü, koştu uzak köşeye topu yakaladı içeri kesti, öne koşan Yusuf Yazıcı geri döndü. Yusuf gollerini attı, Gomez attı, bütün takım geri döndü, biz geri döndük!
İstanbul maçı ile ilgili yazım Fatih Tekke üzerinden olacak onu şimdilik zafer olarak yorumlamak istemiyorum ama güzel bir galibiyet ve önemli bir 3 puandı.
Yazının başına gelince, Futbolda başarı Multifaktöryeldir. Oyuncunun topa vururken ayağına verdiği minik açılardan tutun da, rakip kalecinin bir karış hatayla pozisyon almasına kadar belki yüzlerce ince ayar, sonucu, maçı ve sezonu etkiler. Hocanın can havli ile forvete yolladığı stoper hamlesine, yine acayip tuhaf bir şekilde sol kanatta görevlendirildiği sağ bekin muhteşem ortası eklenince ortaya çıkan geri dönüşü adım gibi eminim ki hiç bir futbol bilimci öngöremezdi. Doğru hamle, doğru açı, doğru kuvvet ve az biraz da şans, şimdilik bu haftayı idare etti ama doğru transfer, doğru oyuncu, doğru dizilim, doğru taktik, liste uzar gider. Pek çok doğruyu bir araya getirmek zorundayız. Biz derken biz sadece seyirciyiz ve taraftarız , biz sadece seyrediyoruz ve Trabzonspor'un tarafını tutuyoruz bizim tek bildiğimiz doğru bu!. Gerisi bu işten ekmek yiyen profesyonellerin görevi.
Bu arada Fatih Tekke !
Sana ayrı bir parantez açacağım. Bu yazıya sıkıştırmak istemedim. Başarmanı hepimiz istiyoruz. Canı gönülden istiyoruz. Başarılar dilerim...