Çoklu amaçlar, aslında ortak girişimlere duyduğumuz gereksinimin de kaynağı. Amaçlarımız farklı olsa da, uygun bir zeminde özgür irademizin yönlendirmeleriyle çokça bir araya gelebiliyoruz.
Hegel düşüncesi izleğinde yürüyüşünü sürdüren çoğu filozofun ortaklaştığı görüşe göre, çoklu amaçların ortaklaştığı durumlarda bu ortak amaç için birlikte sonuç alabilmek için, mutlaka bir otoriteye ihtiyaç duyulacaktır.
Diğer bir değişle, otorite ancak çoklukta- birliği sağlar. Çoklukta- birlikten kasıt uyumlu eylemdir. Dolayısıyla bu eylem kendiliğinden ortaya çıkmaz. Eylem ancak uygun hale getirildiği ölçüde uyumlanabilir. Bu yönüyle otorite denilen şey bir uyumlama ilkesidir de. Otorite eyleme rehberlik edip, onu belirler. Aynı zamanda bizzat kendisi bir eylemdir. Kuşkusuz ki bu kavrayış biçimi geleneksel yorumdan farklıdır.
Geleneksel yorumda otorite, topluluğun kendi kendini belirleme kapasitesi olarak değil de tam tersine, topluluktan ayrışmış üstenci bakış açısına sahip kimilerinin ellerinde tuttukları, çeşitli yollarla kullandıkları bir güç olarak tarif edilir. Böylece otorite, tek yönlü olarak “bir kişiden” veya bir gruptan ekleşiklerine aktarılan bir güç veya kapasite kullanımından ibaret hale gelir ki sanırım bu sonuç toplumumuza hiç de yabancı gelmeyecektir!
Nitekim bugün otoriterleşme dendiğinde aklımızdaki tam da bu tek yönlülüktür; başka bir değişle gücün, iktidarın sahibinden ona tabi olan doğru akışın önündeki engellerin demokrasi şalının ardına saklanarak aşılmasıdır. Kaldı ki otoriter yönetimlerin meşruiyet dayanağı olarak demokrasiden yararlanmaları da yeni bir durum tespiti değildir. Demokrasilerde seçimler, ideal olarak seçmenin iktidar üzerinde kontrolünü sağlamaktadır; fakat pratikte durum hiç de böyle olmuyor. Devletler büyüdükçe, iletişim araçları, medya çoğalıp geliştikçe toplumun bilgilenme kontrolü ortadan kalkıyor. Bunun yerine otoritenin tek yönlü manipülasyonu yer alıyor.
Günümüzde otoriterleşme girişimleri hiçbir zaman demokrasiye açıktan açığa savaş açmadan, hatta çoğu kez diğerlerinden daha demokratik olduklarını iddia ederek seçilmiş meşru hükümetler eliyle gerçekleşiyor. Örneğin ülkemizde 22 yıldır kesintisiz iktidarda olan AKP, bugüne değin sürekli millet iradesinden söz etmesine karşın, halk aleyhinde yüzlerce düzenleme yapmaktan bir an olsun duraksamadı gibi sorumluluğu da ‘İç-dış mihraklara’ paslamakta hiçbir sıkıntı yaşamadı. Yani, halk tarafından bir şekilde seçilen iktidarlar ve popülist politikacılar eliyle sinsice yol alan takiyye, mini darbelerle demokrasiyi kemirmekte sınır tanımıyor!
Oysa eşit yurttaşlık temelinde birlikte yaşamak, amaçta ortaklaşmak, eylemde birlik olmak ancak demokratik bir toplumda olanaklı…
Bütün gücü tek bir kişiye devrederek bu gücün nasıl kullanıldığını denetleme özgürlüğünden vazgeçen bir topluluk için söylenecek tek şey; kendi geleceğini belirleme iradesinden gönüllülük temelinde vazgeçip, “cibilliyet sorgulaması” gibi bir aşağılamayı içine sindirebilme halidir diye düşünüyorum!
Yazık!..
Sevgiyle, dostlukla.