İnsanlık tarih sahnesinde rol aldığı günden bu zamana kadar onu modernize eden temel düşünce sanattır. Buna ikna olmadıysanız ilk çağ insanlarının binlerce yıl önce mağara duvarlarında çizdiği resimlere bakın. İkna edildiğinizi değil, inandığınızı göreceksiniz. Somut bir düzen içeresinde av- avcı kültürünün yaşandığı bu dönemlerde insanların tek amaçlarının hayatta kalma mücadelesi olduğunu keşfettiğimiz andan itibaren şu soru tarihsel bakış acımıza yön verdi? Neden duvarlara bu resimleri çizmek gerekliliği hissettiler. Onları bu eyleme iten neydi? Anlaması zor olsa da geleceğe bir iz bırakmak o günlerden bizlere miras kaldı. Miras kaldı diyorum çünkü yaratılışımızda iki temel faktör var.
Üremek ve bilgi aktarmak
Somut ile soyut arasında bir bağ kurmak yani hayatın içinde hayal kurmak tam anlamıyla insanın iç dünyasında sanat ile olan bağının en gerçek keşfidir. Hayatın bize sunduğu imkanları yapabildiklerimiz ile sınırlandırmak yerine, olasılıkları düşleyerek geliştirmeyi tercih etmemizi sanata borçluyuz. Henüz var olmamış bir objeyi veya durumu yaratma fikrine sanat diyoruz. İşte bizim türümüzü ayrıcalıklı kılan düşünce de burada doğuyor. ‘Yaratılanın üretkenliği’ insanlığın tanımlarından biri oluyor...
‘‘Sorunlar karşısında geliştirdiğimiz yeni çözümler ve yaratıcılığımız bizim farklılığımızdır.’’
Eğer karşılaştığınız sorunlara farklılık yaratan çözümler bulmak istiyorsanız sanat kelimesini hayatınızın başucuna koymalısınız. Kolay görünmüyor kabul ama kendinize ‘benden sanatçı olmaz’ demeyin. İnsan beyni ulaşamayacağı her düşüncede magic arar. Nietzsche şöyle buyuruyor; ‘Mükemmel olanın nasıl oluştuğunu sormayız. Sihirli biçimde olmuş düşüncesinden haz alırız. Kimse sanatçının ortaya koyduğu çalışmanın nasıl oluştuğunu sorgulamak istemez. Birine tanrı vergisi demek onunla onun ile yarışmaya gerek yok demektir.’
Bir becerinizin olmadığını düşünüyorsanız futbolu hatırlayın. Sizden futbolcu olur mu diye kendinize hiç sormadan futbolun içine bu kadar dahil olmanız, yeteneğiniz olmasa da bu konu hakkında teknik bilgilere sahip olup fikir üretebileceğinizi düşünmenizden gelmektedir. Geliştirilebilir becerilerinizden kendinize yeni hedefler oluşturun. Mozart 35 yaşında öldü. Çok erken yaşta ölmesine rağmen onu sanatsal olarak unutulmaz kılan Tanrı vergisi yeteneği değildi. Unutulmaz oluşunu günde on sekiz saat piyona çalmasına borçluydu. Sonuç olarak hayat, bize sunduklarıyla bizim tercihlerimiz arasında ilerler.
‘‘Hayatımızda her sonucun sebebi olmayabiliriz ama sonuçlar ile birlikte oluruz.’’
Sizin tarafından yapılmayan bir tabloya bakarken onun zihnimizde uyandırdığı düşünce ile, futbolcu olmadığı halde bir futbolcunun sahada gösterdiği performans hakkında verdiğimiz tepkiler aynıdır. Sebebi olmakla, birlikte olmak aynı değildir. Birlikte olmak bir düşüncenin izini sürmekten geçer. O izi geliştirmek istemememiz bizi yaratıcılığımız ile tanıştırır. İşte sanat budur. Üretkenliğin yaratıcı etkisiyle tanışmasıdır. Bu yüzden futbolu konuşabilen insan sanatı oynar. Burada sanatı farklı kılmak için hiçbir ayrımcılık yapmadan onu hayatımıza yerleştirmek gerekir. Yaşadığımız sorunlar ve zorluklar karşısında arabesk tepkiler vermek yerine, yeni çözüm yolları arayıp bulmayı sanata olan yakınlık geçiştirir. Bunu yaparken şunu hatırla futbol oynamaya yeteneğin yokken futbolu oynayabiliyorsan piyano çalmadan da onu dinleyebilir, resim yapmaya yeteneğin yokken de bir sanat galerisinde bir tabloya bakarak düşler kurabilirsin. Sanat ile bağ kurmanın tek yolu ise basit bir kelimenin bilicimize yerleşmesine müsaade etmektir. O kelime; Merak, magic yaratır. (üreten yaratıcılık)