Harese: Hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir.
Ortadoğu da Harese nedir? Develere çöl gemileri derler, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir dikenli çiçek vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Şark son iki asırdır budur. Dünyanın doğusu iki asırdır bundan ibarettir.
BATI’DA MEDENİYET NEDİR?
Batının her zaman medeni olduğu da yalandır. 18. Yüzyıla kadar geçmişini bilmeyen bir kıta son iki asırda medeniyete kavuşmadı. Sadece iktisadi olarak refaha erdi. Lügatinde gönül kelimesinin karşılığı olmayan medeniyet mi olur? iktisadi ve ilmi açıdan kurdukları düzen onları bizden üstün kıldığı gerçeğini reddediyorum.
Hiç kimsenin yararlanabileceğinden fazlasını tekeline alma hakkı yoktur. Varlıklı olanın yoksullara verdiği kusursuz bir iyilik değil kusurlu bir haktır der. 18. Yüzyıl haklar deklarasyonu. Demek ki paylaşmanın ilkesel bir edim olması yüzyıllardır batıda yoktu.
Oy saki Şark bölüşmenin erdemleri üzerine sayısız kaynakla önümüze metinler koyar.
18. yüzyıla kadar Avrupa karanlığın pençesinden kurtulmaya çalışıyorken, doğunun insanları bir serçenin içeceği suyu hesaplayıp çeşmeler yaptı. 18. yüzyıldan önce Avrupa’da çocuk diye bir kavram yok. Küçük işçi diyorlar çocuklara. Ama Doğu’da bir çocuk ana rahmine düştüğü anda haklarıyla doğar. Yasa ile korunurdu. Avrupa’da tekstil makinelere kavuşmasaydı kölelik ne zaman bitecekti? Bugün festival diye kutladığımız şenlikler bir zamanlar Roma’nın efendilerinin köleleri yılda bir defaya mahsus özgür bırakma günüydü.
Oysaki doğu ve Mezopotamya bölüşmenin erdemleri üzerine sayısız kaynakla önümüze metinler koyar.
Demek ki Avrupa ya da Batı medeniyetin beşiği değil uğrak yeri. Bugünün dünyasında sadece bir durak. Doğu hep böyle Hareseli değildi. Bu zalimlik bu diyarda bir gün bitecek. Kan duracak
Bu özel ve ihtişamlı günlerimize varmanın yollarına bakmamız gerekiyor.
Yaşamın çukurlara dolduğu bir yerde
Yıkıntıya dönüşse de umut
Kendine kör bir delikte nefes bulur…
Bir çocuğu üç boyutlu bir dünyada kanla yıkasan yine ellerindeki kırmızıyla duvara umudun resmini çizer.
Yeter ki zamanı fırsatla verelim. Bunca yokluğun içinden kıymet çıkar. Muzari (geçmiş, şimdi ve gelecek zaman) bir zaman içinde her şey gerçekleşebilir.
‘İnsanoğlu çok fazla acı çektiği zaman ona son verme arzusunu dahi kaybeder’
Önce mutluluğu ya da umudu değil acıyı tanımlamalıyız. Hırsımızı ihtiraslarımız ile tanışmalıyız.
Sonra aramalıyız. Düşünerek, öğrenerek, vicdanlı olarak, başkaldırarak, eyleme geçerek, kendimizi bulmaya çalışmalıyız.
Hareseden yaptığımız heykelleri yıkmanın bir yolu var. Hatırlamanın bir yolu var. Buzul çağından dağ başına varan bu yolculukta bizi Kabil’in zulmüne neyin sürüklediğini hatırlamalıyız. Bu kini hepimiz tanıyoruz. Bu yolda düşmanın hileli olduğunu ve Habil’i neyin mağlup ettiğini hatırlamalıyız.
Dünyanın bir özgürlük heykeli var. Ve yeterince felakete sebep oldu. Yeni bir heykele ihtiyacımız varsa bunu içinizde inşa edin. Bayındır kılın. İşletin. Genişletin. Kendinize bir sorumluluklar kulesi yapın. Mutsuzluğun temel sebebi vardır. En önemlileri şunlardır. Beklentiler, kıyas, keşke, özlem, kibir, abartı. Haksızlığa uğrama korkusunun yarattığı gelecek kaygısı bizi adaletsiz bir dünyanın varlığına inandırmasa da içimizdeki öfkeyi dönüştürebiliriz. Anlamlı bir yaşamın içinde kurban rolünden kurtulmamız gerekiyor.