Tanrı’nın hikmetinden sual edilemez. Peki bu hikmeti anlatan kitap ile hasbihal etmek bu kadar zor mudur?
Kendi gerçeklerini manastıra kapatmış insanlık, yalanlar içinde Tanrı’nın merhametini dağıtıyor. Levvame (kendini kınayan insan) kendi emmaresi (nefis) içinde kör dalışlarla günahkar aramaktan çekinmiyor.
Eline kılıcını alan bilsin ki din kesiyor. Yaratılanın yaradandan ötürü sevildiğine ben şahit olmadım, siz oldunuz mu?
Dini bir hipotez haline dönüştürüp yokluğunu ispatlamaya çalışanla, Tanrı’nın varlığını ispatlamak için dil döken arasında ne fark var ?
İçeriği olmayan ama o içeriğe uygun görsel paylaşımlar ile ‘gibi’ kültürü Tanrı’yı aramak mümkün mü?
Eski kültürde kukla oyunundan esinlenerek dini anlatmak istesek, İbiş ile İhtiyar karakterlerini iyi analiz etmemiz gerekir. İbiş, kurnaz olmasa da öyle görünmeyi beceriyor. İhtiyar ise bilge, her şeyinin farkında ama bulaşmak istemiyor. Çünkü itibarını kaybetmek istemiyor. Bugün tarikatların birer ibiş karakterinde dağıttığı cennet tapularıyla 12. yüzyılın kilise tiyatrosu oynanıyor. Bizi bu kabustan uyandırması için Hepimiz bir ihtiyar kukla bekliyoruz. Belkide Martin Luther gelir, bütün ibadethanelerin kapısına ‘cehennemi satın aldım’ der. Başka yolu yok mudur? Bir yolu daha var ama onu 1400 yıldır başaramadık. İlk emir ile gelen ‘oku’ olmasına rahmen hala okunmaktan imtina edilen bir din hurafeler ve sahtekarlar ile yok olmak üzere değil mi?
Oysa ki Ahkaf suresi 9. Ayet de şöyle buyuruyor el-ilah;
De ki: “Peygamber olarak gönderilen ilk kişi ben değilim. Bana veya size ne yapılacağını da bilemem. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım; çünkü ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
Peygamberi bile öldükten sonra nereye gideceğini bilmezken bu cennetten tapu satan bu Ortaçağ düzenbazları kim?
Bu cübbeliler, sürmeliler, bir sihirbaz gibi sahneye çıkıp inanılır olan bir dini inanılmaz hale getirirken, sehircinin hayret duygusu içinde olması bir sarhoş selamından öteye neden gitmiyor? Şüphesiz ki beyin bir inanç motoru olarak çalışır. Ama anlam çıkaramadığı an şüphe ve merak duygusunun devreye girmesi gerekmez mi?
Plasebo etkisiyle durumu tanımlamaya çalışırsak, bilinçsiz bir şekilde beyinde oluşan geçici iyileşme etkisi çaresizlik içinde umudunu yitirince Rıza Lokması( manevi birlik) için konselasyonunu(konum) kaybetmiş bir din kalacak inancın elinde.
Yaşamın kutsalını aramak için ilacını dinde arayan insanlık bu kaybın yerine ne koyacak?
İnsanoğlu tanrıyı asla göremeyecek ama tanrı ile görebildiklerini kaybetmek üzere. Kendini sadece kan ve cennet ile var etmeye çalışan bu oluşumlardan geriye, tanrıya inancı ile alay edilen insanlar kalacak.
Oysa önceliğimiz Tanrı’ya inanmak mıdır yoksa tanrının inandığı insan olmak mıdır?
Bu cemaat, dergah, şıh, mürit yapılarıyla çeşmenin başında oluşan kalabalık, suyunu doldurup gidince inanç mundar olmuş olmayacak mı?
Kölelik 18. yüzyılda kaldırıldı. Elleri prangalardan kurtulmuş insanlık aklına kelepçe vurulurken neden bu kadar sessiz ben size söyleyim. Hz. Hüseyin’in başı kesildiğinde Ebu Cehil’e sesiz kalanların karnı doyuyordu. Ekmek, inançtan önce geliyor.
Çünkü Fatiha suresinin 5. ayetini inkar ettiler.
‘Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz’
Bu dinin itibarı yüzlerce yıldır hep vardı. Ama onu kullananlar kendi itibarlarını elde etmek için fırsatını bulduklarında kullandılar.
Öğretilmeyen bir din, eksik inanç yaratır. Tanrı’yı arayışında kendinin eksik olduğunu düşünenler öğrenmek yerine bilinçsiz itaati tercih ederler.
Bütün dinler bir inanç meselesidir ama önce öğretidir. Yusuf suresinin 103. ayetinde ‘Herkesin mü’min olmasını ne kadar çok istesen de, insanların çoğu iman etmeyecektir.’ diye geçiyor.
Herkes müslüman olmak zorunda değilse senden olmayanı bir mahluk gibi görüp yok etmek, yok saymak hangi tanrının emridir? Kıyamet günü kendine biat edenlerin cennete gideceğini garanti eden bir şarlatan hangi dinin mensubudur?
İnançını başkalarıyla oynanan bir oyun haline getiren bu oluşumlar kimin dinine hizmet etmektedir?
İradesini kaybetmiş talip, Tanrısını bulamaz…