Din toplumsaldır, inanç bireyseldir. Din dışa dönüktür. Tanrıyı göstermek için her şey mübahtır.
Akla yatkın olmasına gerek yoktur. Tanrı’yı buldum demeniz yeterlidir. Delil aramaz. İspata ihtiyaç duymaz. Araştırılamaz. Sorgulanamaz. İrdelenemez. Yorumlaması sadece belli kitlelere verilir.
Okunması tehlikedir. Dinlenmesi ve itaat edilmesi istenir. İnanç ise içe dönüktür. Hedef yerine yol vardır. Araştırılması şarttır. Sorgulanması, ilaha varmak için araçtır. Derinlemesine bir yükseliştir.
İnanç varsa ahlak vicdanla iş birliği içindedir. Ama dini, inanç olmadan ya da tam kavranmadan ortaya çıkan soysal yapı, bir sürüyü kontrol mekanizmasıdır. İslam’ın beş şartı varsa sosyal din üç temel esasa dayanır. Kamusal alanda görünecek. Giyinişi yaşadığı dini temsil edecek. Ve dinin kurallarına aykırı davranışlar gizli yapılacak. Dinin ve inancın ayrıştığı en temel noktada budur.
İnanç, tanrıya görünür olmaktır. Ama din topluma görünür olmaktan geçer.
Neden inanç değil de dine ihtiyaç duyarız. Toplum olmanın ön şartı, ortak bir din olmasının temeli nedir?
İnanç bireyselleşme ve içeride başlayan bir arayış olduğu için dinlemek yerine okumayı tercih eder.
Toplum bilincinde ortak çıkar vardır. Ritüelleri olmayan birliktelik yani din olmaz. Bunun temelinde yatan biyolojik tespit ise tek kelimeyle ‘OKSİTOSİN’ hormonudur. İzahına gelecek
olursak; tam anlamıyla kucaklaşma hormonu olarak bilinir. Bu hormon insanların bir araya gelerek sosyalleşmesi ile ortaya çıkan hoş ve haz duygusunu tetikler. Tekrar edilmesi için çoğullaşma duygusunu yeniletir. Bir araya gelindiğinde güçlü tarafta olmanın ya da çoğunluğun içinde olmanın verdiği güven duygusuyla bireyi aitlik hissi kazandırır. Akıllı sosyal hayvanlar kalabalıklar halinde gezinir. İşte bunun ortak paydası gibi menfaatleri doğrultusunda bir birlerine tutunurlar.
Bilişsel yan ürün varsayımına göre insanlar doğuştan inançlı doğarlar. Beyin, büyüdükçe dini söylemleri ilgi çekici ve makul bulur. Yaratılışın temelinde akıllı bir tasarımcının olduğu gerçeği ortadadır. Bireyin bu inanç içinde kendini kalabalık içerisinde görmek istemesinin sebebi cennete gitme isteği değil, bir cehennem varsa günahlarının kendince yalnız kalmama isteğidir. Öteki dinlerin ortaya çıkması ile de körüklenen bir arada olma düşüncesi düşmanla karşı karşıya gelindiğinde iş birliği yapma gereksinimi doğar.
İnanç içinde sorgulanan olanaksız eylemler din içinde efsaneleşerek korku salar
Suda yürüyen, ölü dirilten, güneşi örten, denizi ikiye bölen, kan akan nehir, konuşan hayvan, şaraba dönüşen su gibi söylemler içinde insan kendini çaresizlik içinde teslim eder. Teslimiyet, bir arınma değil bir saf tutma eylemidir. Oysa ki inançın tanrısında buna ihtiyaç yoktur. Kainatın yaratıcısı yarattığını şifrelemek yerine saydamlaştırarak önüme koymuştur.
Din kelimelerdir, inanç ise manadır. Manası olmadan kullanılan kelimeler afyon fıçısında debelenmekten başka bir şey değildir. Dinin temelinde mülkiyet vardır. Yani sahip olmak ister. Ama inancın temelleri aidiyet vardır. İnanan bağlanmak ister. Bayındır bir kültür içinde dinin kuleleri vardır. Ama inanın, kubbesi çatısızdır.
Ufuk yaradanın karşısına çıkana kadar yükseltilmeye çalışan ruhu arar. Dinin temelinde ölçümler vardır. Çünkü ölçmediğiniz bir şeyi yönetemezsiniz. İnanç mertebelerden oluşurken, dinin ölçümleri içinde kıyas ve kıstas vardır. Siyasallaşmak zorunda olan dinin distopyası da buradan gelir. İnsanın siyasal bir hayvan olarak içgüdülerinin yönetilmesi, denetlenmesi, yönlendirilmesi gerekir. Maneviyatı bir labirent haline getirmeden yolu gösterene ihtiyaç duyulmaz. Bu sebeple inanç değil din dile yaradana ulaşılması istenir. İnanç yaşama değer verirken din kendini öteki aleme hazırlamak konusunda nasihatler verir. Muhafazakar teba denilen, dinin etrafında toplanan kitle yüksek sesle ve ani tepkilerle belirgin bir merkez yaratmaya çalışırlar.
Oysa ki inanç sukut içinde temasa etmeyi öğütler. Dinin girilmiş geçilmez yolları ve mabetleri varken inancın yürüyüşünde tevafuk vardır. Şimdi yaradılışın temelinden itibaren inancın bu kadar kayıp dinin bu kadar şiddet dolu olmasının sebebine bir neden bulabilmek için yazılan bu satırlardan bir varış çıkarmamız gerekiyorsa sonuç ayandır.
Beşeriyeti dil, uygarlığı ise yazı tanımlar. Okuyanların azaldığı, dinleyenlerin çoğaldığı bir çağdan geçiyoruz. Basılmaya uygun olmayan bir gerçeği dinlemekten bile korkacağımız bir çağa doğru…