Anlamak duygular aracılığıyla, açıklamak akıl vasıtasıyla olur. Tanrının oğlu İsa gökyüzüne yükseldiyse yeryüzünde Tanrı ile konuşanlar hırkalarını çıkarıp kanat taktılar. İbnullah, dinin yaratılışında ilk değildi. Mitolojik çağlardan itibaren Tanrının her zaman bir oğlu oldu. Ama 20. Yüzyıl İçinde hiç bu kadar omurgasız “Mişnalar” ile ezbere türetilmemişti.. Güçlü bir inanç ağı ile miting alanındakilere sihirbazlık yapmak, gölge oyunu ile bile mümkün olabilir. Küfrün karşıtı imandır. Bu kavgada küfrün kazanması için yanına bir yardımcı gerekir. Şükrü, iman kabul eden bir kitle yaratmak gerekir. Karşı çıkanları zan ile küfrün kucağına atmaktan kaçınmayan bir güruh yaratmak için, insan iskeletinde, ama ilah ile yolculuk yapan kanatları yaratmanın bir yolunu bulunması gerekirdi. Hadis ile sahih olan arasında kayıp bir hazine yalanı uyduruldu. Beğenisi kullanılabilir olması ile tartılan ‘mülkiyet dini’ hokkabaz ellerde, güneşi batıdan doğduğunu “vahi- akıl” kendini gösterdi. Düşüncenin inanca tabi olması görünmez kanatları, dervişin cübbesinden çıkardı.
Mucize, kerametini sakaldan alırsa ispata gereksinim duymaz. Oysa ki tanrı namazı mı sever namaz kılanı mı, orucu mu sever oruç tutanı mı, Hac’ı mı sever hacıyı mı?
El- ilah, ona ulaşması için yarattığını mı sever yoksa ona ulaşmak için yarattığı araçları mı sever?
Rab, amaç ile anlam arasında kalmış kuluna istese insana kanat takmaz mıydı? Zeval ile yarattığı insanı Kemal olsun diye sunduğu aklı ne kilisede ne de camide sakladı. Tekkede huzuru arayan müridi anlam arayışında amaçsız bırakanlar cenneti referans ile satıp anlamsız ve ezberci bir tanrı yarattılar. Ergenliğini kazanmamış dindar, çocuk olarak aklını değil güdülerini kullanır. Dini bir oyun olarak gören talip sadece kurallar defterini eline alıp, nasıl kural dışı kalmaması konusunda koşullandırılırken tanrıyı nasıl anlar?
Öyleyse kendini bir abartı sarhoşluğu içinde bulan, inanç duygusuna hacim vermek için inanılır olanı inanılmaz yapması gerektiğini anlamadan da ikna olabilir.
Doğada tezat vardır ama tenakuz(çelişki) yoktur. Aynı durum inanç içinde geçerli değil midir? Dinler tarihinde karşıtlık vardır. Ama ibadet eden ve edilen arasındaki bağ hep aynıdır. Tanrının insada yarattığı yaşam kutsalı olan özgürlük, insanın kutsalı düşünebilmek bir araya gelmeden duanın kabulü mümkün değildir. Makbul de değildir. Tılsımını cübbesinden alan kürkünde tanrıyı buldum derse resul sıfatını kazandığını kim inkara gidebilir. Çünkü çocuk önce korkar. Tanrıyı anlamak konusunda ebleh kalan kul eğilim, devinim ve edim konusunda çaresiz kalır. Tanrısına ikna olmak, tanrısının inandığı insan olmaktan daha zahmetsizdir. İbn- i Rüşt yaratıcının varlığını iki temele dayandırır. İnayet yani tabiatın insan için uyumlu bir yaşam alanı olmasıdır. İkinci dayanak ise ‘İHTİRA’ dır. Her şeyin yoktan var olmuştur. Yoktan var olabilmesi için bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. Öyleyse inanın içinde sihirbaza ihtiyaç yoktur, hokkabaza ihtiyaç yoktur. Sihire, büyüye ihtiyaç yoktur. Bunları gerçekleştirdiğini idda eden kanatsız iskeletlere ihtiyaç yoktur. Aracısız bir inanç için dinin görünmez mucizelerine ihtiyaç yoktur. Din inanç için aracı bir yol gösterici olmakla görevlidir. Ama inançın sahibi olamaz. Çünkü din için insana gerek vardır. İnanç soyuttur. İnsan onu somutlaştırmak istedikçe kaybolur.