‘Bilmez ki sorsun, sorsa bilirdi. Sormaz ki bilsin, bilse sorardı.’
Yokluk ispat edilemez. Öyleyse var olduğunu ispatlama yolunu seçen insan avlusundan çıkıp balkona koştu. Avluda ondan başka kimse yoktu. Onu kimse göremezdi. Ama balkondan onu herkes görebilirdi. Peki kendini göstermek için elinde ne vardı? Bir hiçi kim sever ki ? İnsanoğluda her şeye sahip olmanın bir çaresini aradı. Her şeye sahip olabilir mi? Olamaz! O zaman geriye tek bir çare kalmıştı. ‘Miş’ gibi yapmak. Sırf ‘imiş’ desinler diye sanrının karanlık çıkmazına takılıp kalmak onu en azından ‘plasebo etkisi’ içinde mutlu olduğunu sanmasını sağlayacaktı.
Sahip olmak zorunda bırakılan insan, ona dayatılan seçenekler içerisinde bir tercih hakkı olduğunu düşünür. Mişnalar ile içeriğe uygun görseller ile süslenen balkon yaşamları…
İnsan, kendi tiyatro oyununda gerçek sahneye çıkınca saçlarını tarayıp, deli takliti yapmak zorunda kalıyor.
Ruhunu manastıra kitleyip, içeride parçalanan ruhunu nevrotik sancılardan uzaklaştırmak isteyen insan, çareyi balkondan ona bakanların arzularında arıyor. İnayetini kaybeden insan kendini dünuvv (aşağı) görür. Hasetle bakıp, onda olmayanlara sahip olanlardan diğerleri için sümuvv(üstün) bir pencere acıyor.
Kıskanmak kelimesinin anlamını o kadar karaladık ki içindeki olumlamayı gözden kaçırdık.
Oysa ki kıskançlık bir olumlama içerir. Başkasında olanı kendisi içinde isteme eylemi vardır. Ama haset olan insan öyle midir? Onda başka kimsede olmasın diye elinden geleni yapar. Yaşamı boyunca ne yapabileceğine değilde başkalarının neleri başarmaması gerektiği konusunda akıl yürütür. İşte ruh burada kendini gömer. Bedeni görünür kılmak için üstündeki ruhu bir kenara bırakarak ‘talip insan’dan kurtulur.
O vakitten sonra kendi özgürlüğü değil başkalarının esareti önemlidir. Çünkü avlusunun kapısını kilitlemiştir. Balkondan görem görünen yanıyla bir sürünün içindedir.
Sürü kendinden ayrılanı affetmez. Çünkü özgürlüğü gören kendi esaretini hatırlar. Artık soruların yasak olmasının hiçbir önemi yoktur. Ne soracağını bilmeyen ne sorabilir ki?
Prometheus tanrılardan ışığı çaldı. Işığı insanlara armağan ettiğinde bir şeyi söylemeyi unuttu. Işığı göremeyeceklerini ama ışık ile görebileceklerini söyleseydi, insan ışık ile yolunu aydınlatıp bilgiyi arayacaktı. Hakikati arayacaktı. En azından buna talip olacaktı.
Ama başaramadı. Avlusunu terk eden insan balkonda kalmayı ve görünür olmayı tercih etti. Ego denen köpek öyle şiddetli bağırıyordu ki avluya dönmeyi aklına bile getirmedi insan.
Balkonundan bakarken ‘kıyas’ kelimesinin anlamına öyle kaptırmıştı ki kendini hatalarını avlusuna atıp unutuyordu.
‘Apriori: algıya dayanmayan bilgi’ ile düşünmeden var olmanın bir yolunu bulmuştu. Homovidens olarak yeni bir yaşam formuna merhaba dedi. Varlığını düşünerek değil görünerek ispatladığını kabul etti. Dijital bir tekrar makinesi olarak anlamını yitirdi.