Ahlak koşullara bağlıdır. Vicdan daima iyi olana hareket eder. İnsan kendisine dürüst davranamaz. Sanılanın aksine kendine yalan söyleyebilir. İhtiyacı da vardır. Bunu yapar çünkü daha beterinden korunmak için kendini avutmaya ihtiyacı vardır. İçe dönük yaşamaktan kurtulmanın yolu, dışa dönük yaşamın koşullarına uyum sağlamak için saklanabilir yalanlar söylemektir. Freud psikanalizde buna PERSONA diyor. Yaşamı devam ettirebilmek için takılan maske ile kendini toplum tarafından dışlanmaktan korumak.
Aslında konu şöyle başlamalıydı…
Değişen gezegenimiz yaşam için çok fazla zorluk çıkardı. Zehirli denizler, küresel çapta çorak araziler, binlerce yıl aralıksız süren yağış dönemlerinden sonra canlılık türünün büyük bir kısmını kaybetti. Dört farklı zamanda gezegen, yaşamı yok olma sınırına taşıdı. Her seferinde türlerin dörtte üçünden fazlası kitlesel olarak yok oldu. Farkındaysanız bizimkisi acımasız bir gezegen olabiliyor. Buraya kadar okuduğunuz kısım bir belgeselden alıntıdır. Ama gerçek bir kesittir.
Şimdi bu yok oluşların ve yeniden varoluşların sonrasında insanoğlu kendi belgeselini çekiyor. Dünya koca bir Miligram deneyinin içinde debelenip duruyor. İtaat, boyun eğme ve uydunculuk ile masa başı katillerin emirlerine koşulsuz teslimiyet altındayız. Düşüncenin kişisizleştirildiği bir cağda suça ortak ediliyoruz.
Yoksul çocuklardan biri kara tahtaya taş sözcüğünü yazıyor. Çevrediki bütün ağaçlardan kuşlar uçup gidiyor. Özgürlüğünü bir sapana satan çocuklar kuşları arıyor.
Özgürlüğünü yeni bir sabahlığa satan kadın ihtiyaçlarını unutup, hazlarının kölesi oluyor.
Daha çok çalışmanın insanca yaşama zorunluluğu olduğunu düşenen adam güneşin doğuşunu da batışınıda unutuyor.
Son kullanma tarihi olan her şey insanlığın elinde ne varsa almaya niyetli. Dünyanın gelmiş geçmiş en zengin adamının ismini hepiniz unuttunuz. Dünyanın en güçlü kadınının adını hepiniz unuttunuz. Dünyanın en güzel çocuğunun yüzünü hepiniz unuttunuz. Kiliselerin kedi aradığı, savaş meydanlarının kanla sulandığı çağları hepiniz unuttunuz.
Serotonin etkisiyle aranan mutluluk tıka basa yenen et kokusunda bulundu. Acıyı unuttunuz. Artık inancınızı diri tutan bir tanrı yok. Deste deste secde ettiriyor banknotlar. Paranın sizi huzurlu edeceğine o kadar çok inandınız ki hep daha fazlasını istemekten hiç çekinmediniz.
Kurban edilen; satılmaz, kopyalanamaz, taklit edilemez değerleriniz kahramanlık sloganlarınız içinde unutulup gitti.
Bir keçiye günahını yükleyen paganı, bir papazda günah çıkaran hristiyanı, bir duvarı taşlayarak şeytanı vurduğunu düşünen insanlar olarak gökyüzüne küstah bakışlarla bakıp küfürler savurdunuz.
Oysa Martin Luther 1440 yılında kilise duvarlarına yozlaştırılan insan bildirgesini astığında o korktuğunuz cehennemi satın almıştı.
Tanrının yarattığı insanlar ve tanrısını kendi yaratan insanlar paradoksu içinde kendi kalebentlerinizi yarattınız.
Tanrılar, yarı tanrılar ve habercilerden aldığınız emirlerle binlerce yıldır insanlığın önüne vezir ve filden başka ne koyabildiniz? O kadar kolay oyuna sürdünüz ki vezirle fili, insanlık çoban matınada bütün kalelerini kaybetti.
Önce tanrılar ile savaştınız sonra insanla, en sonunda kendiyle savaşıp birinliği kimin alacağı konusunda bahisler oynadınız.
İnançınızı başkalarıyla oynanan bir oyun haline dönüştürmekten hiç utanmadınız.
Yasakladığınız sorular, gizlediğiniz cevaplar ile sizden olmayan bütün düşünceleri merak duygusundan kazıyıp attınız.
İlkel eylemleri engelsiz kılarak modernitenin temelini attınız. Özgür fikrin eyleme geçmesi ahlak süzgeçinden geçirip ayıpladınız.
Bilimi yasaklayarak evrensel bir dedikoduya insanlığı tutsak ettiniz. Kaçmaya çalışan kim varsa çağdaş bir ürpertiyle uykusundan uyanmış gibi kabus gördüğüne inandırdınız.
Tekrar ve ezber cümlelerle öyle işlediniz ki yarattığınız dijital canlıyı, artık anlam aramıyor kurduğu düşlerde.
İnsanı öyle bir noktaya getirdiniz ki artık orada insanlık yok.